Utku KABAKCI'nın 20 Eylül 2023 tarihli yazısı: Yalnızlık Ömür Boyu

Hakkında güzellemeler yapılan, şarkılar yazdıran, lanetler okunan, kiminin yücelttiği kiminin yaka silktiği bir kavram yalnızlık. Sosyalleşme ihtiyacı içinde var olma savaşı veren türümüzün üzüntü ve ilham kaynağı o. Üç günlük ömrümüzün davetsiz misafiri, zirvede olmanın bedeli, hayatla canımız arasına attığımız düğümün kopma noktası.

İlginçtir, zaman zaman gereksinim de olabiliyor yalnızlık. Kendi haricindeki değişkenlere odaklanmış hâlde ter dökmek yorabiliyor bizi. Kafa dinlemek, rahatlamak, stresten uzaklaşmak isteyebiliyoruz hepimiz. Yükümlülüklerimizden temelli kurtulamasak dahi kısacık bir mola vermek iyi gelebiliyor.

Yine de tüm dış uyaranlardan kopmak, gündemle ilişiğimizi kesmek haddinden fazla uzun sürdüğünde yaşam sevincimizi yitirmekle kalmıyor, varlık sebebimizi bile sorgular hâle gelebiliyoruz. Sürekli başkalarıyla içli dışlı olmak ne kadar yorucu olabiliyorsa yalnız kalmak da yıpratabiliyor bizi. 

Bir denge kurabilmek, ahengi yakalayabilmek işin püf noktası kanaatimce. Gidişata ya da koşul ve olanaklara göre ne zaman ne kadar tek başımıza kalacağımızı tayin edebilir durumda olmak yani. Aksi takdirde yokluğu kuruturken çokluğu boğan bir suya dönüşüyor yalnızlık. 

Özgürlük, mutluluk gibi dillerden düşmeyen alacalı gayeleri kelebeklermiş gibi kovalayadururken bu emellerin yalnızlıkla nasıl bir bağlantısı bulunabileceği sorunsalını es geçmek işimize geliyor sanki. Başkalarıyla bir arada yaşarken özgürlüğümüzün, diğerlerinin özgürlüğü tarafından çizilmiş sınırlarına hapsolmuyor muyuz?  O hâlde ne denli hür olabiliriz dersiniz yalnız değilsek?   

Aynı husus mutluluk için de geçerli değil midir? Tek başımıza iken içimizden geldiği gibi hoplayıp zıplayarak çığlıklar atarak dans ederek ya da nasıl istersek kutlayabileceğimiz bir havadisi insan içinde aldığımızda dizginlemek zorunda kalmıyor muyuz sevincimizi dışa vurma metodumuzu? Etrafımız farklı görüşleri olan, değişik kültürlerde yetişmiş, çeşitli hatta çelişkili etik felsefeleri benimsemiş fertlerle sarılıysa, mutluluğumuz da içine koyulduğu kabın şeklini almak mecburiyetiyle baltalanmıyor mu?  

Ustaca kaleme alınmış bir öykü, maharetle pişirilmiş bir yemek, uyum içindeki enstrümanları hünerle kullanan müzisyenlerden kurulu bir orkestra gibi çok sayıda bileşen ve katmanları mevcut yalnızlığın da. Tüm diğer olay ve durumlar gibi mutlak iyi ya da mutlak kötü değil o da. Kendine has avantaj ve dezavantajları bünyesinde barındırıyor. Tıpkı bir silahın tek başına fayda sağlamaması ya da zarar verememesi gibi parmağını tetiğin üstünde gezdirenin niyetine göre meşru müdafaaya veya zalimce bir saldırıya mahal verebiliyor.

Sözünü ettiğim katmanlar arasında şahsen en çok “anlaşılmama” boyutunu can alıcı bulmuşumdur yalnızlığın. Madalyonun tek bir yüzü gibi bahsettiğimin farkındayım bundan, bizatihi yalnızlığın kaynağı olabileceğinin de farkında olduğum kadar hem de. Avazınız çıktığı kadar haykırsanız da hiçbir duvara çarpmadan uzaklaştığını düşünün sesinizin ve kimseye erişmeden fısıltıya evrilerek kaybolup gittiğini…

Bugün melankoli illetinin beni esir aldığı anlaşılıyordur eminim kurduğum her cümleden. Lakin birinin hüzünlü olması “dinlemeye değmezlik” derecesine indirgemek için yeterli midir kelamını? Bu soruya vereceğim cevap, başlı başına bir başka yazının konusu olmayı hak ediyor nazarımda. O yüzden iyisi mi ben lafı fazla uzatmadan her birinize haklı gerekçelere dayanan, hür iradenize istinaden tercih edilmiş, sizi özgür ve mutlu kılan yalnızlıklar dileyerek noktalayayım yazımı.