Utku KABAKCI'nın 13 Aralık 2023 tarihli yazısı: Bar Bar Bağıran Uygar

Gündelik, akademik ve politik düzeylerde kişi veya toplulukları nitelemek maksadıyla tercih edilen uygar ve barbar sıfatlarının hatalı kullanılıp kullanılmadığının irdelenmesinin faydalı olacağı kanaatindeyim. Çünkü “uygarlık” ve “barbarlık” kavramları sürekli olarak birbirine zıt iki durum olarak algılanıyor. Oysa söz konusu kavramlar çok daha karmaşık sebeplerden dolayı birbiri ile çarpıştırılıyor.

Uygarlık, genellikle bilim, sanat, kültür ve ileri teknoloji ile ilişkilendirilirken barbarlık ise ilkellik, şiddete yatkınlık ve kabalık anlamlarında kullanılarak çağdaşlık normlarına uymama hâli olarak görülüyor. Fakat bu iki kavram arasında muğlak bir çizginin olup olmadığı tartışmaya kapalı bir husus değildir.

Uygarlık, insanlığın gelişmesinde mühim kilometre taşlarından biri olarak kabul edilir. Çünkü uygarlık; sanat eserleri, bilimsel keşifler, teknolojik icatlar ve düşünce sistemleri ile örtüştürülür ki bunlar, toplumsal düzeni sağladığı düşünülen unsurlardır. Fakat düzen ve gelişmişlik olarak ifade edilen noktaya erişilmesinin neticesinde meydana gelen güç dengelerinin belirli gruplara ayrıcalık getirerek diğerlerinin sömürülmesine sebep olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır. Tarihe baktığımızda imparatorlukların, krallıkların kendi uygarlık anlayışlarını kutsayarak başkalarına dayatmaya kalktıklarını görürüz.

Günümüzde barbar kelimesi her ne kadar “vahşilik” anlamında kullanılıyor olsa da aslında toplumun dilinden farklı bir dil kullanan kişi veya toplulukları betimlemek için başvurulması gereken bir ifadedir. Buradan hareketle barbar sözcüğünün, yabancı anlamında kullanılması gerektiğini söylemek mümkündür. Kelimeye çoğunlukla olumsuz manalar yüklenmesinin arkasındaki sebebin, yabancı olanın bilinmezliğinin getirdiği korku olabileceği de gözden kaçırılmamalıdır. Fakat belki de sırf farklı olduğu için korkulan ve “kötü” ilan edilene atfedilen olumsuz özellikler aslında etiketlenenlerden ziyade sırf konfor alanından olmak istemedikleri için ezberlerini bozmayarak insanlara “vahşi” yaftasını yapıştırmaktan imtina etmeyenlere aittir.

Yabancı olan ile kurulan her temas beraberinde alışılagelmiş olanın dışında yeni bir olgu getirir. Bu yeni olgunun isabetli bir şekilde değerlendirilebilmesi ise imkânsız denebilecek kadar zordur. Çünkü alışılmamış olanın eldeki mevcut malzemeler (değer ve kavramlar) üzerinden çevirisini yapmaya kalkmak nafile bir çabadır. Yabancı olan, ancak kalıpları kırarak yeni ölçütler ortaya koyabilen insanlar tarafından ön yargılardan uzak bir biçimde değerlendirilebilir. Fakat bunu yapabilmek de öyle kolay bir iş değildir. Çünkü içinde bulunulan toplum sayesinde edinilmiş olan kimlikten vazgeçebilme cesaretini gerektirir. Bu bilgelikten, cesaretten yoksun olan kişi ve toplumlar, her yabancıyı ve yeni olguyu birer tehdit olarak algılar, diğerinin “kötü”, “değersiz” olduğunu bar bar bağırmaya başlar.

Sonuç olarak her iki kavrama da dönem dönem tarihsel, kültürel ve politik bağlamda çıkarlar gözetilerek farklı anlamlar yükleniyor. Bu da kavramlar arasında keskin bir sınır olmaması sonucunu doğuruyor. Bu nedenle terimleri sadece bir karşıtlık olarak değil, aynı zamanda birbirine temas eden ve dönüşüm hâlinde olan yapılar olarak anlayabilmek önemlidir.