Sedat SADİOĞLU'nun 30 Kasım 2023 tarihli yazısı: Bazı Özel Bilgiler

Gören Göz – 44/1: Peygamberlerin Örnek Yaşamları

Ben, bütün kavimlere bir veya birden çok peygamber geldiğine inananlardanım. İlk insan, aynı zamanda ilk peygamber olan Hz. Âdem (a.s.)’dir. Son Peygamber ise Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. Bu iki peygamber arasında sayıları yüz binleri aşkın peygamber gönderilmiştir. Kur’ân’ı Kerim, peygamberlerin hepsinin isimlerini bize bildirilmediğini için, onların sayılarını bilmemiz şart değildir. Sadece peygamber olarak gönderilen her insanın Allah’ın elçisi olduğunu söyler ve öyle inanırız. Peygamberlerin bütün yaptıkları Allah tarafından kontrol edilip düzeltildiği için, onların bütün hayatları din adına birer örnek haline gelmiş ve dinin canlı misallerini oluşturmuştur. Bazı peygamberlerin isimleri Kur’ân’ı Kerim'de zikredilmekte ve hayat hikâyelerinden bölümler (dersler) verilmektedir.

Peygamberlik makamı, çalışmakla elde edilecek bir makam değildir ve olmamıştır.  Peygamberler, Allah’ın insanlar arasından seçtiği ve özel olarak eğitip yetiştirdiği seçkin insanlar ve elçiler olurlardı. Onlar, eylemlerinin hepsini Allah’ın emri ve özel mesajı (vahiy) ile yaparlardı. Bir insan olarak, kendilerinin bağımsız olarak yaptıkları işlerde yanıldıkları, ya da işin en doğrusuna isabet edemedikleri olursa, bunu Allah (c.c.) kendilerine derhal bildirirdi. Vahiy gönderir, Cebrail’i yollar, uyarır ve onlara mutlaka en doğru olanı gösterirdi.

(Habibim!) Şayet dileseydik elbette her kasabaya (gönderdiğimiz gibi, her bir köye de) bir uyarıcı (peygamber) gönderirdik!” (Furkan Suresi, 51.Ayet)

İmam-ı Ahmet Rabbani hazretlerinin bir kitabında, kendi mübarek söz ve güzel deyişlerinden seçtiğim (konuyla doğrudan ilgili) bir bölümü sunmak isterim;

“Hindistan’a (pek çok) peygamber (aleyhimüssalevatü vetteslimat) gönderilmiştir. Onların mezarlarının üzerinde (gökyüzüne uzanan) parlak nurlar görüyorum. İstesem hepsinin mezarlarını (kaybolmuş olsalar bile bulup) gösterebilirim. Fakat (günümüzdeki) insanlar böyle sözlere pek inanmazlar!”

Yukarıdaki örnek, dünyanın daha pek çok bölgesine peygamberler gönderildiğinin de işaretidir. Özellikle Asya’nın doğusundaki nüfusun şu anda 3 milyara yakın olduğu ve geçmişte de çok kalabalık olduğu düşünüldüğünde.

Faydalı olmak, etkili olmak, özel olmak ve örnek olarak yaşamak, sadece peygamberlere özgüdür ve ilk önce o seçkin insanları akla getirmektedir. Aşağıda, anlamlı bir Kızılderili Atasözü verilmiştir;

“Dünyaya geldiğin zaman, sen feryat ederken, herkes bayram etti. Öyle (faydalı, örnek, etkili ve güzel) bir hayat yaşa ki, ayrıldığın zaman herkes feryat ederken, sen (görevini yapmanın mutluluğu ve gönül rahatlığıyla) bayram et!”

“Ey Rabbimiz! Bize peygamberlerin vasıtasıyla vadettiklerini (hem bu dünyada, hem de öbür dünyada iyilikler ve güzellikler) ikram et ve kıyamet gününde (düştüğümüz hatalardan dolayı) bizi rüsva (ve rezil) etme ! Şüphesiz ki (Sana inandık ve Sana güvendik) Sen, vaadinden caymazsın. Amin!” (Âli İmran Suresi, 194.Ayet)

Gören Göz – 44/2: Müslümanlığa Doğru

Hıristiyan kökenli Batı, günümüzde sosyal, bilimsel ve ekonomik yaşamı ile Müslümanlığa doğru yaklaşıyor. Bunun da (belki) en önemli nedeni; “cehennem korkusu” olabilir. Aslında rahatına çok düşkün olan Batı insanı, bencil ve rahat bir yaşam sürse de, okuma alışkanlığı ve merakı sebebiyle, Müslümanlığa doğru ilerliyor. Ancak onlar, bunun henüz farkında değiller. Sadece, Müslümanların yaşantılarından etkilenen, okuyan ve derinlemesine araştırma yapan bilim insanları hariç. Onların da şu anda sayıları tam olarak bilinmemektedir. (Bazıları ise Müslüman olduklarını gizlemektedir.) Batı’nın inançları doğrultusunda sürdürdükleri yaşamları, bazı sosyal eksikliklerine rağmen, yine de umut vericidir. Aşağıda umut verici olan ve biz Müslümanların da ders çıkartabilecekleri örnekler vardır;

- Geç de olsa ailenin önemine ağırlık verip, bu konuda önlemler almaları,

-  Bireysel ve toplumsal kurallara uymaya çalışmaları,

- Vücut temizliğine (özellikle hijyene) dikkat etmeleri,

- Sağlık için spor yapmaları, dengeli beslenmeleri,

- Sağlıklı bir yaşam için standartlar geliştirip, kriterler ortaya koymaları,

- Doğru yöntemlerle çalışmaları ve dürüst olmaları,

- Haksızlık, yanlışlık, tembellik, yalancılık ve kayırmacılığa tenezzül etmemeleri,

- Birbirleriyle karşılaşırken selâmlaşmaları,

- İyiliği ve yardımlaşmayı alışkanlık haline getirmeleri,

- Hayvanları ve doğayı koruyup, kollamaları,

- İş hayatlarında prensipli (ilkeli) olmaları,

- Problemleri çözmeye çalışırken işbirliğine gitmeleri,

- Ekip çalışmasına inanmaları ve bunda başarılı olmaları,

- Dünyadaki (küresel) çatışmaları ve savaşları engellemeye çalışmaları, vb. sayılabilir.

Aşağıda (yorum yapmadan), eninde sonunda tüm insanların İslâm dinine uyacaklarına dair bir ayet ve bir de (destekleyici) hadis verilmiştir;

“Çocuk: «Ben şüphesiz Allah’ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı, nerede olursam olayım beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekât vermemi ve anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde, dirileceğim günde bana selâm olsun» dedi. İşte, hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa -hak söz olarak- budur.” (Meryem Suresi, 30.ve 34.Ayetler) 

(Kaynağı zayıf da olsa!) Bir Hadis-i Şerifte Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur;

“Muhakkak O (Hz. İsa, a.s.), (âhir zamanda) yeryüzüne inecektir... İnsanları İslâm’a davet edecektir. O’nun zamanında Allahu Teâlâ İslâm dışında(ki) bütün dinleri kaldıracaktır!” 

Dünyaca ünlü İrlandalı yazar George Bernard Shaw, bakın ne isabetli bir tespitte bulunmuştur;

“İnsanlığın sorunlarının üst üste yığılarak nerdeyse çözülmez hâl aldığı günümüzde, Hz. Muhammed’e her zamankinden daha fazla muhtacız. Eğer O aramızda olsaydı bütün bunları oturup bir kahve içme rahatlığı ile çözerdi!”

Gören Göz – 44/3: Dünyadaki İlk Cemiyet (STK)

Giriş: Hılfu’l Fudul Cemiyeti Nedir?

Miladi 580 yılında Mekke’de, bozulmuş olan toplum düzenini sağlamak ve özellikle ticari yönden haksızlığa uğrayanların hakkını aramak için kurulmuş bir cemiyettir. Hılfu’l Fudul, kelime anlamı olarak Erdemliler İttifakı” anlamına gelmektedir. Günümüzdeki karşılığı ise ‘ticari işbirliği veya güç birliği’dir. Bu ticari amaçlı (bir çeşit kooperatif) cemiyet, 6. yüzyılda Arap kabileleri arasında süregelen savaşlar sonucunda ortaya çıkmıştı. Savaş ve anarşi ortamında, can ve mal güvenliğinin sağlanması, zayıf ve güçsüzlerin korunması, zulmün önlenmesi amaçlanmıştır. Bu özelliğiyle, dünyadaki ‘ilk Sivil Toplum Kuruluşu’ sayılır. Hz. Muhammed (s.a.v.), o sıralar dokuz yaşlarında bulunuyordu. Bu cemiyet, toplumda sözü geçen, saygın ve iyi niyetli kişilerin önderliğinde kurulmuş ve Peygamberimizin de zaman zaman toplantılarına katıldığı bir ‘barış cemiyeti’ne dönüşmüştür.

Hılfu’l Fudul Cemiyeti Nasıl Ortaya Çıkmıştır?

Zabid kabilesinin Yemen’deki bölgesinden bir tüccar, Mekke’de Sehm kabilesinin ileri gelenlerinden birine mal satmıştı. Sehmli tüccar malları teslim almıştı, fakat karar­laştırılan fiyatı ödememekte ısrar ediyordu. Dolandırılan Yemenli tüccarın, Mekke’de ona yardım edebilecek bir dostu veya ortağı yoktu. Fakat karşısındakinin küstahça kendine güvenişinden de ürkmüyordu. Bu nedenle yüksek bir tepeye çıkıp, yüksek sesle ve açık bir şekilde tüm Mekke’yi adale­ti yerine getirmeye davet etti. İlk tepki Sehm kabilesiyle geleneksel bağları olmayan kabilelerden geldi. Kureyş ise, her şeyin ötesinde kabile ayrımı gözetmeden birleşme ta­raftarıydı. Fakat Sehm kabilesi de müttefiklerdendi. Diğer grubun liderleri ve Mekke’nin en zenginlerinden biri olan Teym kabilesinin lideri Abdullah İbni Cuda, evini, tüm adaleti sevenlerin toplanma yeri olarak açtı. Haşim, Muttalib, Zühre Esed ve Teym kabileleri toplulukta temsil ediliyordu. Karşı tarafın müttefiklerinden de Adiy katılmıştı. Birlikte yaptıkları tartışmalar sonucu, özellikle ticari konularda zayıfları kollamak ve adaleti korumak için bir ör­güt kurmaya karar verdiler. Hep birlikte Kâbe’ye gidip Hacer’ül-Esved’in üzerine su döküp, bu suyu bir kaba akıttılar. Bu şekilde kutsanmış olan sudan teker teker içtiler ve sağ ellerini yukarı kaldırarak Mekke’de ne zaman bir zulüm meydana gelirse, zulmedilen Mekke’den olsun, yaban­cı olsun hakkını koruyup, adaleti sağlamak için birleşeceklerine ant içtiler. Bundan sonra Yemenli tüccara borcunu ödettiler. Teym’in lideriyle birlikte bu düzeni kuranlardan biri de Haşimilerden Zübeyir idi. Beraberinde aynı andı içen ye­ğenini (Hz. Muhammed’i) de bu toplantıya getirmişti. Hz. Muhammed (s.a.v.) daha sonraki yıllarda şöyle diyecektir: “Abdullah İbni Cuda’nın evinde ben de vardım, orada bulunuşumu ve o anlaşmaya katılışımı bir sürü kızıl deveye değişmem ve şimdi, İslâm'da, o örgüte (tekrar) çağrılsam memnuniyetle katılırım.”

Sonuç:  Yaklaşık 1400 yıl önce uygulanan bu ‘Erdemliler Hareketi’ni, ne yazık ki çağdaş dünya, ancak 1900’lü yılların başlarında anlayabilmiş ve tanıyabilmiştir. Bu cemiyetin aldığı kararlara hiç tereddüt etmeden katılan Hz. Muhammed (s.a.v.), çağların ötesine sirayet ederek bu faydayı ne kadar güzel tespit etmiştir. Günümüzdeki ittifaklar, sadece menfaate dayalı yapılmakta ve sürmektedir. Bugün İslâm dünyasında adaletsizlikler ve haksızlıklar varsa bunu, İslâm’ın değil bilâkis İslâm’ın erdeminden nasiplenemeyen ve (ısrarla) maddi merkezli yaşam sürdüren insanların hatasında aramak gerekir. İşte muazzam bir ayet; (Bakara Suresi, 282.Ayet)

Ey iman edenler! Belli bir vade ile karşılıklı borç alışverişinde bulunduğunuz vakit onu yazın. Hem aranızda doğruluğuyla tanınmış yazı bilen biri yazsın. Yazı bilen biri, Allah'ın, kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın da yazsın. Bir de hak kendi üzerinde olan adam söyleyip yazdırsın ve herbiri yazarken Rabbi olan Allah’dan korksun da haktan birşey eksiltmesin. Şayet borçlu bir bunak veya küçük bir çocuk veya söyleyip yazdıramayacak durumda biri ise velisi doğrusunu söyleyip yazdırsın. Erkeklerinizden hazırda olan iki kişiyi şahit de yapın. Şayet iki tane erkek hazırda yoksa, o zaman doğruluğuna güvendiğiniz şahitlerden bir erkekle iki kadın ki, birisi unutunca, öbürü hatırlatsın, şahitler de çağırıldıklarında kaçınmasınlar; siz yazanlar da az olmuş, çok olmuş, onu vadesine kadar yazmaktan usanmayın. Bu, Allah katında adalete daha uygun olduğu gibi; hem şahitlik için daha sağlam, hem şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Meğer ki, aranızda hemen devredeceğiniz bir ticaret olsun, o zaman bunu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alım satım yaptığınız vakit de yine şahit tutun. Ayrıca ne yazan, ne de şahitlik eden bir zarar görmesin. Eğer onlara zarar verirseniz, o işte mutlaka size dokunacak bir günah olur. Üstelik Allah’dan korkun. Allah size ayrıntılarıyla öğretiyor ve Allah her şeyi (hakkıyla) bilir.

(NOT: Kırkdördüncü bölümün sonu…)