Sedat SADİOĞLU'nun 6 Temmuz 2023 tarihli yazısı: Bilimle Beraber Hareket Etmek!

Gören Göz – 23/1: Karanlık  Madde

“Karanlık Madde”, bilim insanları tarafından öne atılan bir teori (kuram) olup, henüz yeni araştırılmaktadır. Çünkü tüm kâinatın (evrenin) akıl almaz dengesini de açıklayacak olan bu teoriyi, bilim insanları henüz algılayabilmiş değildir.  

“Karanlık madde” aynı zamanda görünmeyen bir güçtür. Uzayda buna, “gezegenlerarası çekimgücü” diyebiliriz. Zaten teorinin çıkış noktası da (tam) burasıdır. Bir güneş sistemini, hatta galaksileri dengede tutan ve evrene saçılmalarını, çarpışmalarını engelleyen “sihirli” bir güçtür. 

Biz Müslümanlar, bu gücün, “İlahi güç” olduğunu biliyor ve buna inanıyoruz. Bu çekim gücü için yetkilendirilen, gücü elinde ve dengede tutan, sonucunu bilen ve görünmeyen “ilâhi varlıklar” olmalıdır ve şüphesiz de vardır. Buradan şu sonuç çıkmaktadır;

“Kâinattaki bütün dengelerin ve (bunu sağlayan) İlahi varlıkların Efendisi, yüce Allah’tır!”  (Sedat Sadioğlu)  

“O, öyle bir Yaratıcıdır ki, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı; sonra iradesini göğe yöneltip onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi pekiyi bilendir!” (Bakara Suresi, 29.Ayet)

Aşağıda konuyla ilgili bir şiirim verilmiştir;

Bir Şiir: Semazen

ışığa gelen kelebektir
-semazen!
-ateşe dalandır…
-ateşle dans edendir,
-gözü kapalı!
Mevla’dır, Mevla’mızdır,
-enerji kaynağı…
dünyanın etrafındaki aydır
-semazen! 
-baş döndürücüdür…
-pervane gibidir,
-eteği saçılı!
Mevla’dır, Mevla’mızdır,
-enerji kaynağı…
kalbini açandır, sonuna dek
-semazen! 
-Hakkı isteyendir…
-Hak için dönendir,
-gözü kapalı!
Mevla’dır, Mevla’mızdır,
-enerji kaynağı…

Yüce Allah (c.c.), biz Müslümanları araştıran, yararlı araştırmalarını Müslümanlara ve tüm dünyaya sunan kullarından eylesin…Amin! 

Gören Göz – 23/2: Cuma’dan  Cuma’ya

Sadece bizim gibi (laik) ülkelerde yaşanan ve cuma günleri ‘cuma namazı’ için, cami ve mescitleri dolduran bir Müslümanlıktan bahsetmek istiyorum. 
Belki de bu (anlayış) tartışılabilir ancak, şurası da bir gerçek ki haftada bir de olsa, düzenli yapılan bütün ibadetlerin, Allah katında çok değeri vardır. Zira az olan ancak düzenli yapılan bütün ibadetler, eğer Allah rızası gözetiyorsa, devamı için (kişiye) yol açacaktır ve güç verecektir. Doğrusunu bilen, takdir eden de hiç şüphesiz yüce Allah’tır. Bu yüzden, ibadetin türü ne olursa olsun, cumadan cumaya, aydan aya veya ramazandan ramazana da yapılsa, düzenli ve içten yapılması gerekir. Esas olan budur. Bu ibadetler; içtenlik, Allah sevgisi, Allah korkusu ve Allah inancının da bir göstergesi sayılmalıdır.  

Dolayısı ile eleştirmek yerine ibadetlerini yapanlara hidayet dilenmeli ve tüm Müslümanlar için dua edilmelidir. Müslümanlar için iyilik ve güzellik istenmelidir. Unutmayalım ki, iyilik ve güzellik istediklerimiz, “din kardeşlerimiz”dir. 

Namazın önemi üzerine bir ayet de şöyledir;

“Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah’a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın!” (Bakara Suresi, 238.Ayet) 

(Orta namaz; muhtemelen ikindi namazı…..Yazarın eklemesi)

Yüce Allah (c.c.), biz Müslümanları nefsimizin uğursuzluğunu yenen ve huzur içerisinde, kusursuz taat (Allah’ın beğendiği ibadetleri) yapan kullarından eylesin…Amin!  

Gören Göz – 23/3: Ruhumuz İki Tane midir? 

Bir din âliminin, ruh ile ilgili yazısından bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum;

“Her vücudun iki ruhu olduğu rivayet edilir. Bunlardan birincisi, uyanıklık halindeki ruhtur. Uyanık ruh, Allah’ın izniyle vücutta bulundukça, insan da uyanık olur (dünyevi işleri yapar/yaptırır). Gece olunca da, bedenle beraber uyur. Rüyaları gösteren ve rüyalarda yaşayan ruh, ikinci ruhtur. Bu ikinci ruh, manâ âleminde yaşayan, ışık hızında giden, yer-mekân sınırı tanımayan, sanal bir ruhtur. O, Cenab-ı Hakk’ın izniyle, vücutta bulununca, vücut dirilir, uyuyunca da ölü gibi olur…”

Din âlimi, yukarıdaki tezini Kur’an Ayetlerine dayandırarak açıklasa da, anlattıklarıyla (aslında) mutlak ölüm ve sonrasından bahsetmektedir. İki ayrı ruhtan yada ruhun iki ayrı görevinden bahsetmemektedir. 

Eğer, insanoğluna bahşedilen (eşsiz ve tek olan) ruhtan bahsedecek olursak, iki ayrı görevi olduğu doğrudur. Dünyevi vücuttaki kulluk görevleri ve sonsuz ahiret hayatındaki ruhun nimetlendirildiği halidir. Ruhumuzla ilgili bir diğer konu da, uyanınca bile unutmadığımız gerçeğe yakın ve çok net gördüğümüz rüyalardır. Nadiren ve çok az da olsa, rüyalarımızda eskileri, gelecekten kesitleri veya tanımlanamayan (olağanüstü) durumları görebiliriz. Sonuç olarak ruhumuz tektir (biridir) ve özeldir, zaten yüce Allah’ın üflediği bir cevheri (özü) içerisinde barındırır ve ruhun bu hali kutsal kabul edilebilir.

Yüce Allah (c.c.), biz Müslümanları, rüyalarla amel etmeyen, bilinçli ve imanlı olan kullarından eylesin… Amin! 

Gören Göz – 23/4: Hulefâ-i  Raşidin 

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Cenâb-ı Hak’tan aldığı hidayet yolunun prensiplerini ve İslâm’ın esaslarını, insanlara ileten Allah’ın elçisi olduğu gibi, aynı zamanda başkenti Medine olmak üzere kurduğu İslâm Devleti’nin de başkanıydı. İslâmî esaslara göre İslâm toplumunu yönetme işini Hz. Peygamber’den sonra üstlenen İslâm Devleti’nin başkanlarına "halife" adı verilir. Halife kelimesinin çoğulu hulefâdır. Hulefâ-i Raşidin, ilk dört halife; Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’dir. Halife, Peygamber Efendimizin (s.a.v.)  yerine, onun devlet başkanlığı sıfatını devralarak işbaşına gelen kişidir. Bu kişiler, Hz. Peygamber'in İslâm toplumunu yönettiği şekilde ve temel İslâmî esaslara bağlı kalarak, adalet ölçülerine riayet etmişlerdir. Peygamber Efendimizden (s.a.v.) sonra, Hulefâ-i Raşidin hariç, İslâm toplumunun başına geçen tüm idareciler tam olarak İslâmî esaslara bağlı kalamamışlar, Hz. Peygamber'in yolunu takip edememişlerdir. Hz. Peygamber'den hemen hemen otuz yıl gibi kısa bir süre sonra, devlet yönetimi yön ve mahiyet değiştirmiştir. Hakk’ın hâkimiyetine dayalı ve halkın istek ve düşüncelerini gözeten yönetim yerine, babadan oğula geçen bir saltanat şekline dönüşmüştür. İslâm’la kesinlikle bağdaşmayan, adalet ve insaf ölçülerine sığmayan zulümler, haksızlıklar, gayr-i meşru icraatlar tarih sahnesine çıkmıştır. İşte bu uygulamalara ve işbaşına gelen sultanların aile kökenlerine göre İslâm tarihi ve idarecileri; Hulefâ-i Râşidîn, Emevîler, Endülüs, Abbâsîler, gibi bölümlere ayrılmıştır. (Hatta bu bölümlere Osmanlı’da dahil edilebilir)

Ek bilgi : Osmanlıcada, Hulefâ-i Râşidîn’e; Cihâr(Çar) Yâr-i Güzîn (Hz.Muhammed’in 4 Dostu anlamında) denmekteydi. Konuyla ilgili bir hadis;

Bir gün “Asr” Suresi okunduğunda, sahabeden birisi (Ubeyy bin Kâb hazretleri, r.a.), bu surenin faziletlerini sordu. Resulallah Efendimiz de (s.a.v.), şu sözlerle açıkladı;

“…..surenin üçüncü ayet-i kerimesinde mealen;

(1) (Ancak iman edenler) demesi, Ebu Bekr-i Sıddık içindir. 
(2) (Ameli salih işleyenler) demesi, Ömer-ül Faruk içindir ki, çok amel işleyici, şükredici ve iyi işler yapıcıdır. 
(3) (Hakkı tavsiye ederler) demesi, Osman-ı Zinnureyn içindir ki, sabr tutucu ve haya-hilm sahibidir. 
(4) (Sabrı tavsiye ederler) demesi, Aliyyül Mürteda içindir ki, vefakârdır ve kendini hıfz edicidir!”     

Ayrıca, hem yukarıdaki hadisten, hem benzer hadislerden (anlaşılacağı üzere), başka ayetlerde geçen “…sabır ederler!” ifadelerinin de, yine Hulefâ-i Râşidîn ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır.

Bir Kıssa ve Bir Başka Hadis: Fadl Bin Salim hazretleri (r.a.) rivayet etmiştir. Bir gün emir-ül mümin hazret-i Ali (r.a.) pazara varıp bir gömlek satın aldı. Terziye, “Bunun kol uçları uzundur, keser misin?” dedi. Terzi, “Kesemem, zira kusurlu olur!”  dedi. Hz.Ali (r.a.), “Kusur bana ait, sen (yine de) kes!” diye buyurdu. Terzi, Hz.Ali (r.a.)’nin kim olduğunu bilmiyordu. Sonra bağırarak, “Hey millet! görün bu kişi mecnun (deli) olmuş!” dedi. Hz.Ali (r.a.) bunu işitince, “Elhamdülillah Teâlâ!” dedi. Oradan geçen Sahabeler sordular, “Ya Emir-ül Müminin! Bu beyhude ve ma’kul olmayan söze niçin göz yumdunuz?” Buyurdular ki, “Bir gün, Fahri Âlem (s.a.v.)  hazretlerinden işittim, buyurdular ki, ‘Bir kimseye «deli» denmedikçe imanı tamam olmaz!’ Niçin hamd etmeyeyim ki, bu kimse benim imanıma şahâdet etti!”  

Son Bir Bilgi: Huzeyfe bin Yemani hazretleri rivayet ediyor:

Sahabe-i güzin, (Ya Resulallah, gönüllerimizin emin olması ve düşmanların dedikodularının kesilmesi için, bir halife tayin etseniz nasıl olur) dediler. Resulullah buyurdu ki:

“Eğer kendi arzum ile halife tayin etsem, siz de ona asi olsanız, size azab iner. Ben kendi arzum ile halife tayin etmem. Musa, kardeşi Harun’u kendi isteği ile kırk gün kavmine halife tayin etti. Geri dönünce, sekiz bin kişi buzağıya tapıp, kâfir oldular. Ben, ümmetimi Allahü teâlâya ısmarladım, ümmetimin halifesi Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ kimi irade etmişse, onu seçer.”

Yüce Allah (c.c.), biz Müslümanları İslâm tarihini okuyan ve bilinçli olan kullarından eylesin… Amin!  

(NOT: Yirmiüçüncü bölümün sonu…)