Utku KABAKCI'nın 5 Mayıs 2023 tarihli yazısı: Bomboş Bir Kâğıt
“…biliniyor
bizim mahsustan yaşadığımız
biliniyor
şarkıların sırası bizde
biliniyor
hayat bizden razıdır
biliniyor
otların sarardığı yerlerde güneş
kurşunun değdiği tende heves kalmıştır.” – İsmet Özel
Nasıl başladığı tartışmalı bir muamma hayat. Kimilerine göre nihai akıbet kimilerine göre ise bir kapı ölüm, ardına bakılamayan, sadece girilebilen ve asla çıkılamayan. Güneş’in etrafında turladıkça gezegenimiz, yaşlanıyoruz hepimiz. Başlayan her şeyin biteceği gerçeği, ebediyetin ön koşulunun ezeliyet olduğunu düşündürtüyor.
Modası geçiyor mobilyaların, giysilerin, sevdiğimiz şarkıların, öğrenmek için kursa gittiğimiz dansların, dillerin, çocuk yetiştirme yöntemlerinin, yıldız futbolcuların, teknolojik yeniliklerin, akla gelen gelmeyen her şeyin.
Orijinal olma şiarı ve saikiyle son moda olanın peşinden koşmak, modayı takip etmek dayatıldığı takdirde bu dayatmaya boyun eğen diğer herkesle aynı kılmaz mı peki bizi? Bu dayatmanın altında yatan, tektipleştirilen giyim tarzının seri üretim marifetiyle giderek daha düşük maliyetle sürdürülmesi değil midir? Aynı fast-food zincirlerinde aynı hamburgeri yiyen, aynı marka/model kot pantolonu giyen, aynı dizileri izleyip aynı esprilere gülen homojen bir tüketici yığınına dönüştürülüyormuşuz gibi gelmiyor mu size de? Küresel ölçekli tek bir büyük pazar yerinin kısa ömürlü ziyaretçilerine kendilerini özel hissetmeleri için hazırlanmış bir dolu senaryoya alkış tutmaktan başka bir işlevimiz yok mu?
Mütemadiyen övgüyle bahsedildiğine tanıklık ettiğimiz “genel kültürü iyi olmak” erdeminin(!) modası geçmek bilmemektedir. Ne hikmetse? Genel kültür biriktirir, eler, derecelendirir, tanımlar ve kategorize eder. Asıl övgüyü hak eden “sanat” ise eleştirir, değiştirir, yıkar ve daha güzeli çıkartır ortaya. Göğe yükselen muntazam bir tapınak gibidir kültür, sanat ise karman çorman bir orman.
Lunaparklardaki hız trenlerinden birine binmişçesine nasıl olup da bittiğini anlamadan geçip gidiyor ömür. Birbirini takip eden iniş ve çıkışların baş döndüren ritmine ayak uydurmayı başarabilenlerin keyfine diyecek yok doğrusu. Bir noktada takılıp kalanlar, trenden düşenler, aşağı bakmaya cesaret edemeyenlerin ise vay hâline. Zihnime hâkim olan kaos bir türlü bakmıyor objektife, yerinde durmuyor, kaçıyor, saklanıyor. Bu yüzden çekemiyorum net bir fotoğrafını kanımca. Zihnimden taşıp ellerime ve parmak uçlarımdan okumakta olduğunuz yazıya sirayet ediyor. Mazur görünüz. Sorularla muhatap olmak ile soruların size musallat olması arasında incecik bir çizgi var. Bu aralar gözden kaybetmeye meyilli olduğum hayali bir ufuk çizgisinden yapılma uzaklaştıkça yaklaşan başında nöbet tutulmayan bulanık bir hudut.
Bazen önden gelir cevaplar. Öğrenip bazı bilgileri yıllar boyunca kullanmayabiliriz. Bazense soruyu yanlış yanıtlayıp bedelini ödedikten çok sonra avuçlarımıza bırakılıverirler. Sallarız tutar bazen de tabiri caizse. Tek bir yanlış, bütün doğruları götürüverir. Tükenmez kalem ve sadece bir kâğıt var önümüzde. Ne çok dolu olmalı bu kâğıt ne de bomboş. Kıymetini bilmek ile tadını çıkartabilmek arasında denge kurmaktan başka çıkar yol yok.