Mehmet KÜÇÜKEKEN'in 1 Ocak 2024 tarihli yazısı: Fareler ve İnsanlar
Toplum içinde bir arada yaşamanın olumlu etkilerinin yanında olumsuz etkilerinin de olduğu gerçeğinden hareketle bireyler olarak, kendi kabuğumuza hapsolmuş ve hayatımızın o anki eşleştiği resmi tarihe göre memur, emekli, öğrenci, ev hanımı, asker, avukat gibi sıfatları ismimizin önüne koyarak rolümüzün hangi sahnesinde isek onu oynuyoruz ve yaşıyoruz farkında olarak veya olmayarak.
Toplum, insanların bir arada yaşamak için oluşturdukları ortak bir düzendir. Bu düzen, insanların birbirleriyle olan ilişkilerini, sorumluluklarını ve haklarını ‘’Adalet ve Eşitlik’’ kavramları temelinde düzenler. Toplum, insanların ihtiyaçlarını karşılamak, güvenliğini sağlamak, bir arada yaşamalarını kolaylaştırmak ve özellikle insanca yaşamak için gereklidir.
İnsanlar, toplum içinde yaşamak için ihtiyaç duydukları birçok şeyi edinirler. Bu ihtiyaçlar, fiziksel ihtiyaçlardan (yemek, su, barınma) duygusal ihtiyaçlara (sevgi, güven, aidiyet) kadar çeşitlilik gösterir. Toplum, insanların bu ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli olan kaynakları ve hizmetleri sağlar.
Toplum, içinde barınamayan insanı yutar, yaşamaya ve yaşatmaya çalışanı ise kucaklar.
Toplum ve insan arasındaki ilişki, karşılıklı bir etkileşimdir. Toplum, insanların ihtiyaçlarını karşılamak için gereklidir ve insanlar da toplumu şekillendirirler. Bazı kötü niyetli kişi veya gruplar da yapay yollarla toplumu şekillendirmek isteyebilir.
Toplum ve insan arasındaki ilişki, dinamik bir ilişkidir. Zaman içinde, toplum ve insan arasındaki ilişki değişebilir. Toplumun ihtiyaçları değiştikçe, insanlar da bu ihtiyaçları karşılamak için yeni şekiller bulmaya çalışırlar.
Toplum içinde, yasal yolların sınırlarını zorlayarak ya da hukuki boşlukları kullanarak toplumun ekonomik kaynaklarını ve varlıklarını ele geçirmek için gizli ve ya aşikar olarak bir takım insanların gruplaşması, örgütlenmesi ile şahsi menfaat ve makam, mevki uğruna körü körüne diğer insanların bu yapıya dahil olması sonucunda ortaya çıkan tablodaki kişilere ‘’İnsan’’ diyemeyiz. Köylünün tarlasını, tacirin ambarını, toptancının deposunu, evlerin kilerini boşaltan, fakirin ekmeğini-peynirini alan da farelerden başkası olamaz.
Adalet ve Eşitlik toplumsal yapı içinde kayboldukça da insan sıfatından uzaklaşmış fareler daha etkin hale gelir. Toplumu yeniden şekillendiren fareler, insanları da bir takım algı yöntemleri kullanarak, korku pompalayarak, düşünmeye vakit bırakmayacak şekilde geçim sıkıntısına sokarak, yerine asla getirilmeyecek vaatler sunarak, karamsarlık girdabına sokarak, değerler üzerinden vurarak; fırtınalı kararsızlık denizinde sandalda küreksiz kalmış miço gibi bırakıverir.
Fareli Köyün Kavalcısı mı kurtulabilir insanların ve farelerin bir arada yaşadığı bu tarz toplumları farelerden sadece yoksa, başka bir hal çaresi var mıdır? Eğitim, milli ve manevi değerlere bağlılık, ortak hedefler, tarihi ve kültürel hafıza; adalet ve eşitlik temelinde birleştiğinde bireyleri, insan mı ve fare mi diye sorgulamaya iten oluşumlar kendiliğinden ortadan kalkar. Geçmişlerinden ders almayan toplumlar, geleceklerini şekillendiremezler.
Nihayetinde insan, düşünen bir varlıktır. Düşünen insan sorgular ve araştırır. Sorgulayıp, araştıran insan da gerçeği bulur. Gerçeği bulan insan da gerçeğin kendi özünde olduğunu anlar.
Şimdi hep birlikte düşünelim!
Bir üniversitede Profesör, elinde bir fare ve karton kutu ile salona girdi. Öğrencilerin şaşkın bakışları arasında fareyi karton kutunun içine koydu ve üzerini kapattı.
Kutunun hava almadığı belliydi. Salona dönerek: "Bu karton kutuya iki gün kimse dokunmayacak, dokunan olursa bu dersi geçemez!" dedi ve salondan çıkıp gitti.
Salondaki öğrenciler olaya bir anlam verememişlerdi. Kimisi bir müddet sonra karton kutunun içindeki fareyi çıkarmayı düşündü ama cesaret edemedi.
İki gün boyunca ders görülen O sınıfta karton kutu öylece kaldı. Öğrenciler ne olacağını merak ederek iki gün geçirdiler. İki gün sonunda tekrar dersi olan profesör salona girdi ve karton kutuya yaklaşarak açtı. Tabii ki, karton kutunun içindeki fare artık yaşamıyordu. Öğrenciler bu duruma çok üzülmüştü.
Profesör sınıfa dönerek farenin neden ölmüş olabileceğini sordu.
Sınıftan birçok farklı ses ve fikir yükseldi; '’Havasızlıktan'’, '’Açlıktan’’, '’Susuzluktan’’. Her öğrenci kendi görüşüne göre olabilecek ihtimalleri saymıştı. Profesör karton kutuyu havaya kaldırıp içini öğrencilere gösterdi.
Karton kutunun her tarafı kemirilmiş vaziyette ve minik minik deliklerle doluydu. Ardından konuşmasına devam etti;
"Görüyorsunuz değil mi? Fare anlaşılan bu karton kutudan çıkmak için epey mücadele etmiş. Bunu karton kutunun içindeki minik diş izlerinden ve ufacık birçok delikten anlıyoruz. Ancak şu var ki fareyi sizin dediğiniz gibi ne havasızlık ne de açlık öldürdü. Farenin ölümüne neden olan iki şey var; Kararsızlık ve Korku.
Kararsızlık: çünkü fare karton kutunun her yerini parçalayıp, her noktayı ayrı ayrı kemireceğine sadece tek bir köşesini ısırıp parçalasaydı ve bunda da kararlı olsaydı o deliği büyütecek ve karton kutudan kurtulacaktı.
Korku: çünkü eğer siz öğrenciler benden ve notlarınızın düşmesinden böylesine çok korkmasaydınız, kutuyu açıp fareyi rahatlıkla serbest bırakabilirdiniz. Ancak korkudan dolayı size yanlış gelen bir şeye göz yumdunuz.
Hayatta sizi başarıya götüren yolda karşılaşacağınız en azılı düşmanlardır: Kararsızlık ve Korku. Kararsızlıkla zaman tüketmeyin. Kafanıza tek bir şey koyun ve o yolda ilerleyin.
Ve bu yolda size yanlış gelen şeylere asla göz yummayın.
Göze batmaktan, ses çıkartmaktan hiçbir zaman korkmayın!
Ders bitmiştir!’’