Mustafa YILDIZ'ın 9 Mart 2023 tarihli yazısı: Felsefi düşüncenin ilme katkısı

Kâtip Çelebi, “Osmanlı medreselerinde ne zaman ki felsefe dersi kaldırıldı, Osmanlı ülkesi medreselerinde bilimin rüzgârları da kesilmiş oldu” der. Demek ki Kâtip Çelebi, kendince felsefe ilmine bu kadar büyük anlam yüklemiş ve önem arz etmiştir.

Acaba felsefe, ilmi neden bu kadar önemli görülmüş?

Öncelikle kelime olarak tanım ve tarifini şöyle özetlemek mümkündür. Sözcük kökeni olarak Yunancada “seviyorum, peşinden koşuyorum, arıyorum” anlamlarına gelen “phileo” ve bilgi, bilgelik anlamına gelen “sophia” sözcüklerinden türeyen terimin işaret ettiği entelektüel faaliyet ve disiplin. Phileo=sevgi, sophia=bilgi veya bilmek kelimelerinden türemiştir. Philosophia=bilgelik arayışı, bilgiyi sevmek, araştırmak ve peşinden koşmak anlamlarına gelmektedir. Felsefe bilimiyle uğraşan, gelişmesine katkısı olan “filozof’” da bilgeliğe ulaşmaya çalışan kişi anlamlarına gelir.

Felsefeyi; “varlık, bilgi, gerçek, adalet, güzellik, doğruluk, akıl ve dil gibi konularla ilgili genel ve temel sorunlara ilişkin yapılan çalışmalardır” diye tanım ve tarif etmek de mümkündür. Daha anlaşılır bir şekilde açıklamak gerekirse şayet; birinci olarak: Felsefe okuyan ve felsefe öğrenen insan, herhangi bir konu hakkında bilgi edinmek isterken öncelikle bütüncül bir bakış açısı kazanır. Mesela herhangi bir varlık türünü incelerken bütününü ele almadan sadece herhangi bir kısmını incelerseniz şayet bütünü dikkate almadığınız için hata yapma, eksik bırakma ihtimaliniz kaçınılmaz olabilir.

İkinci olarak: Felsefe eğitimi aynı zamanda eleştiri fikrini de doğurur ki bu tutum zaten olumlu anlamda bir eleştiridir. Zira olumlu bir eleştiri, doğru düşüncenin ortaya çıkmasına yardım ederken hem doğru seyretme hem de doğru yapma yollarını da bulmaya eşlik eder.

Üçüncü olarak: Felsefenin toplum içinde faydası vardır. Zira insanoğlunun tek başına yaşaması, hayatını idame ettirmesi oldukça zordur hatta bir insanın tek başına yaşaması imkânsızdır da denilebilir. Zira “insan, çevresinin çocuğudur”, bir arada yaşamaya bir yönüyle mecburdur dersek fazla da abartmış olmayız. Ancak insan, yaratılış olarak egoisttir. Hem bir arada yaşamak ister hem de istediği gibi ve dilediği şekilde yaşamak ister. Ama bunlar bir arada yapılınca doğal olarak çelişki gösterir. Çünkü insan bilgisi görecelidir, mutlak bilgiye zaten sahip olmaz/olunamaz. Zira zaten bilim de tarihidir. Durmadan gelişir. İnsan mutlak bilginin sahibi olmadığı için farklı bilginin ve farklı fikirlerin sahibi olması, farklı düşünceler üretmesi tabiidir. Böyle olunca da bir arada yaşama durumu çoğu zaman bu açıdan sıkıntı doğurur.

Bu bakımdan insanın bir duyguya ihtiyacı olur ki o da toleranstır. Tolerans kelimesini genelde hoşgörü diye tanımlıyoruz ama bunu da toleransın tam karşılığı olarak görmek, sanırım %100 doğru olarak kabul etmek mümkün değildir. Çünkü hoş görme belki yapılanlara “inanmadığı hâlde katlanma” şeklinde tanımlanabilir. İşte bu da felsefenin insana kazandırdığı bir yük ve bir vazifedir. Bu toleransın fertlerde gelişmesinde en büyük rol, felsefe eğitiminde ortaya çıkar.

Kısaca felsefe öğretiminin insana kazandırdıklarını özetlersek şayet felsefe; öncelikle insanın hakikati anlama, hakikati bilme gibi manevi ihtiyacını karşılar diyebiliriz. Ayrıca felsefe, kişiye eleştirel bir bakış açısı da kazandırır. Felsefe; insanı insan olma bilincine de ulaştırır ve aynı zamanda sistemli olarak doğru, önyargısız ve bireye saygı duyarak düşünebilme melekesi de kazandırmış olur.

Felsefe, toplum için de bazı kazanımlar sağlar. Mesela felsefe, toplumda ortak bir kültür zemini oluşturur. Farklı toplulukları bir arada yaşamaya sevk eder, bilgi toplumunun gelişimini destekler, daha eşitlikçi bir yapının oluşmasına yardımcı olur ve kişinin teknoloji, bilim gibi alanlarda analitik düşünebilme becerisini artırır.

Felsefe, insana hür düşünmeyi, hür düşünebilme kabiliyeti de kazandırır. “Hür insan kimdir” diye sorulan soruya son dönemlerde kimileri, “Dilediği her şeyi başkasına zararı olsa da özgürce yapabilendir” diye anlarken, İslâm’a göre ise hür insan yoktur, insan ya Allah’a kulluk eder ya da nefsine kuldur. Bu ikisi arasında zaman zaman gel-gitler yaşar.

Ayrıca İslâm’a göre mutlak hürriyet, insan için imkânsızdır. Hürriyetten kasıt, “kişinin kendi nefsi dâhil Allah’tan başkasını razı etmemek, yalnız onun rızasını kazanmaya çalışmak” şeklinde anlaşılmaktadır.

Daha önceleri Arapça ve az sayıda Farsça ve Türkçe kelimelerden oluşan felsefe yazımı, 1950’lerden itibaren Batı dillerinde yazılmış felsefe metinleri ile başta Fransızca, zamanla Almaca, İngilizce gibi dillerden gelen felsefi kavram ve kelimeler Türkçeye yerleşmişti. Yani bir nevi bir karışımın ortaya çıkmasına sebep oldu.

Bu nedenle felsefeye, Müslüman âlimler tarafından daima ihtiyatlı yaklaşılmıştır. Müslüman ilim adamları tarafından her zaman kıskançlık ve haset daima vardır, var olmaya da devam eder. Felsefeyi sonuç olarak şöyle özetlemek mümkündür. Felsefe; “âlimin ilmini, fasıkın fıskını, kâfirin de küfrünü artırır” vesselam.