Sedat SADİOĞLU'nun 1 Şubat 2024 tarihli yazısı: İlmin Önemi - 1 -

Gören Göz – 53/1: Allah’tan İlim İstemek

Yüce Allah(c.c.) Müslümanlara, “dua edin ve içten isteyin ki vereyim!” diyor. Dua, Müslüman’ın gizli ve gerçek silâhıdır, ancak isterken çoğunlukla (ve maalesef), maddi ve nefsi yararlar, kolaylıklar ve yollar gözetilmektedir.  Bu maddi ve nefsi unsurların da başında, mal, mülk, para, makam, mevki (şöhret), sağlık, çocuk ve eş sayılabilir. Maddi olmayan unsurlardan; ilim, zihin açıklığı, yetenek, sabır, sevgi, anlayış ve hoşgörü ise çok az istenmektedir. Müslümanların maddi isteklerde başarılı olduğu, istemeyi iyi bildiği ve yüce Allah’ın da zaten vermeyi hazır ettiği tek unsur, “çocuk”tur. Ne geçmişte, ne de günümüzde, mal, mülk, para, makam ve mevki isteyip hem kendisini, hem ailesini ve hem de ülkesini ileri götüren Müslüman var mıdır? Bu şekilde gelişmiş kaç İslâm ülkesi vardır? Hatalarımızı görebilmek için, yukarıdaki tespite tekrar dönelim. Eğer Allah’tan istemeyi doğru yapmazsak, hem bencil davranmış oluruz hem de aşırı isteklerimizin kurbanı oluruz. Aşağıda Hz. Ali’nin (r.a.) bu konudaki bilinen sözü şudur;

“İlim (isteyiniz, ilim;), maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen korursun; fakat ilim (ve faydalı tüm bilgiler ise) seni korur. Mal (-ın zekâtını vermez, çalıştırıp artırmaz isen) harcamakla azalır, (oysaki) ilim sarf etmekle (öğrenilmekle ve onu kullanmakla ise zenginleşir) çoğalır.”

Çözümü: Dualarında; öğrenmek, kullanmak (uygulamak), faydalı olmak için bilgi isteyen, güç isteyen, zihin açıklığı isteyen ve yetenek (beceri) isteyen Müslümanlardan olmalıyız! Çünkü bu istekler, yaratılış ve yaşama amacımıza da uygundur. Üstelik sevgili peygamberimiz (s.a.v.), cahilliği ve bilgi fakirliğini (adeta) yasaklamıştır. Cennete geçebilme sınavlarının başında ise, maddi unsurlardan kaynaklanan günâhlarımızın çok olduğunu ve sınavlarını versek dahi çok çetin geçeceğini biliyoruz. Belki de tüm sevaplarımızı kaybedebiliriz. Zaten ‘Âraf Alemi’ de bu durumdaki insanlar için yaratılmıştır ve Peygamberimiz (s.a.v.), bu alemdeki insanların çok fazla olacağını ve asıl burada (Allah’ın vereceği izin ile) Müslümanlara “şefaatçi” olabileceklerini buyurmaktadır.

(Not: Âraf Âlemi, nizamdan yani hesap vermekten sonra, Allah’ın karar vereceği bekleme yada bir başka sınav alemi olarak düşünülebilir)

Bilim neden önemlidir? Aşağıda, bilimi neden öncelikle istememiz ve peşinden koşmamız gerektiğine dair isabetli bir ayet vermek istiyorum;

“Ey Müslümanlar! Hem Müslümanların ve hem de İslâm’ın ileri gidebilmesi için; âlimlerinize tüm imkânları açın ki, onların sayesinde İslâm ve Müslümanlar ileri gidebilsinler, güç alabilsinler. Âlimlerle birlikte çalışın ve bu uğurda gerekli ve idari engelleri (zorlukları) ortadan kaldırın. Yine başarıya ulaşmak için (her türlü) işbirliğini yapın. Âlimleri, hem bu dünyada hem de öbür dünyada başarılı kılacak ve yüksek makamlara ulaştıracak olan da (şüphesiz) Allah’tır. Allah bütün çabalarınızın farkındadır.”  (Mücadele Suresi, 11.Ayet)

Çözümü: “Ey iman edenler, kamu yararı için size: 'Meclislerde yer açın, makam ve mevkileri boşaltarak liyakatli olanların öne geçmesine imkân tanıyın' denilince, yer açın ki, Allah sizin imkânlarınızı genişletsin, sizi hayırlara ve refaha kavuştursun, gücünüzü artırsın. Sizden imanda kemâle eren, kendilerine ilim verilen sorumluluk sahibi âlimleriniz tarafından: 'İbadet, cihâd ve hayırlı (ilim gibi) işler için harekete geçin, ayaklanın, işgalcileri devirin.' denilince, hiç vakit kaybetmeden harekete geçin ki, Allah içinizden imanda kemâle eren ve kendilerine ilim verilen, sorumluluk sahibi ilim adamlarınızın dünyada ve ahirette rütbelerini ve makamlarını yükseltsin. Allah işlediğiniz gizli-açık, amacına uygun, bilinçli bütün amellerinizden haberdardır.”

Aşağıda ilim konusuyla ilgili bir hadis verilmiştir;

"Siz, Çin’de bile olsanız ilmi arayınız."

Yüce Allah (c.c) Müslümanları, özellikle çocuklarımızı ilim dallarına (ağırlıkla pozitif bilime) yönlendiren, onlara her türlü destek veren ve mevcut âlimlerimizin de kıymetini bilen, destekleyen ve işlerini kolaylaştıran bilinçli kullarından eylesin inşallah!

Gören Göz – 53/2: Bilginin Analizi

Hiç düşündünüz mü? Bilgiyi ne kadar biliyoruz? Bilgiyi nereden ve nasıl ediniyoruz? Şurası bir gerçek ki, okumayı pek sevmiyoruz. Bu faydalı alışkanlığı bir türlü edinemiyoruz. Yakın çevremizde okuyan ve teşvik eden de olmayınca, okumayı bir türlü yaşamın bir parçası haline getiremiyoruz. Böyle olunca, eski insanlar gibi görerek, deneyerek, oradan-buradan duyarak, tek taraflı bilgilerle, sınırlı miktarda okuyarak, bilmeden, yalan-yanlış yazılmış yerlerden bilgimizi artırıyoruz. Bu tür öğrenilen temel bilgilerin %90’ı da, hayatımızın ilk 20 yılında ediniliyor ve bu şekilde hafızalara yerleşiyor. Daha sonraki yıllarda öğrenilen bilgiler ise zor ve sınırlı sayıda oluyor. (Sonradan öğrenilen bilgiler ise, daha çok mesleki bilgiler üzerinedir.)

İnsan olarak, toplumda kendimize saygın bir yer açmak ve bir tutum edinmek için çaba gösteririz. Toplumda en çok edinilen geçer-bilgiler; spor (daha çok futbol), siyaset, kadın-erkek ilişkileri (çekişmeleri), müzik, yemek (daha çok içki), taşıt (daha çok araba) ve gündelik elektronik araç-gereç-cihazlar (en çok telefon) olarak karşımıza çıkar. Aslında, yukarıda edinilen bilgilerin her birisinde mükemmelliğe ulaşılsa bile, “geçici işler” oldukları düşünülebilir. Ancak bizim konumuz, kendisini bilerek geliştirmeyen yani, öğrenme çabası içine girmeyenler üzerinedir. Üstelik günümüzde, teknolojik gelişmeleri takip etmeyen veya yeni cihazları edindiği halde kullanmayı bilmeyen birçok insan vardır.  

Önce, okullarda öğretilenler üzerine olan bilgiyi analiz edelim; Bir sınıfta ortalama 30 öğrenci olsun, bunun istisnasız ~%10’u doğrudan ilgilidir, meraklıdır ve çalışkandır. Bu başarılı öğrenci sayısı 3-4’ü geçmez. (Burada, “zekidir” ifadesini kullanmıyoruz. Çünkü onların sayısı yüzde ile değil binde ile verilebilir, yani çok çok azdır.) Bir kişinin kalıcı bilgi edinmesi ve kendisini yetiştirebilmesi için ilgili, araştırmacı ve analitik olması yeterlidir. Yukarıdaki bu ~%10 oranını, toplumun geneline uygulayabiliriz. Örneğin bir iş yerinde çalışan 200 kişinin içerisinde ~%10 üzerinden, ortalama 20 kişi işlerinde çok başarılıdır. İlginç bir benzeşim, başarılı olan Ar-Ge, girişimci ve proje sayıları içindir ve burada da oran ~%10’dur. Yine başka bir oran; vakit namazlarını düzenli kılan duyarlı Müslüman için verilebilir ve bu oran da ~%10 civarındadır. Bu oran ve sayılar ortalamadır. Toplum içerisinden seçilecek meslekler ve öğrenmelerle ilgili, daha pek çok oranlar ortaya konabilir.

Yetişkinlerin aldığı bir eğitimde, sınıfta bulunanların ilgi, merak ve verilen ödevlerin yapılmasındaki başarı oranı ise ~%10’un da altına düşmektedir. Bu çok doğal olmakla beraber, (katılım başarısı) eğitimlerin verimlilikleriyle de ilgilidir. Eğitim konuları, eğitmenleri, süreleri ve uygulamaları iyileşse bile, başarı oranının %10 üzerine çıkması çok zordur. Çünkü elimizdeki malzemenin yani yetişkin insanın verdiği reaksiyon bu şekildedir. Bu, kapasite ile ilgili değildir. Kimi yetişkin insanlar, bilgi birikimi, çevre (toplum) ve kabulleriyle beraber bir yaşam felsefesi geliştirmiştir. Bunu “kazanım” olarak görür ve şunları söyler; “benden bu kadar!”, “bundan fazlasını beklemeyin!” ya da “bu kadarı yeter!” mantığı ile yaklaşımlar sergilerler. Çünkü insanoğlu, yaratılış itibariyle “gevşek” yapıdadır. Sıkıntıya ve özellikle de kurallara fazla gelemez. Her zaman bir “itiraz veya çatışma” halindedir. Menfaati olan iş ya da konulara eğilim gösterir (kolaya kaçar) ve bakış açısı da bu yöndedir. Bu sayede “sınırlı” bir öğrenme dünyası olur. Eksik, yanlış veya sınırlı bilgiyle donanmış bir kişinin ise, toplum içerisinde, bırakın kabul görmeyi dışlanması dahi mümkündür. Eksik, yanlış veya sınırlı bilgili insanın, cahil insandan daha zararlı olduğuna dair atasözlerimiz bile vardır. Bu tip insanlar, hatasını bildiği halde, eleştirilere kapalıdır, körü-körüne ısrarcıdır ve hatta saldırgandır. Gelişmelere açık olan ve aklı buna yeten insan, nasıl böyle bir tutum içerisine girebilir? Asıl sorulması gereken ve yanıtı aranması gereken budur! Bilgisiz insanların, kapalı toplumlar oluşturacağı ve birçok gelişmeden geri kalacağı aşikârdır.  Böyle bir durumu hiç kimse ve hiçbir topluluk istemez. Ülkemiz için gelinen durum da maalesef budur. Dergi, gazete ve özellikle de kitap tirajlarındaki sayılar da bunu göstermektedir. Bu gerçekleri bilip, buna göre düşünmemiz gerekir. Günümüzde, toplu halde bulunulan yerlerde (evlerde, kahvelerde, iş yerlerinde, okullarda, spor ve sanat merkezlerinde, vb) bilimsel konular fazla konuşulmadığı gibi, aynı bilim çevrelerindeki insanların da eleştirilere tahammülleri pek yoktur. Bilimsel yayınlar dâhil, sözle de olsa tartışan ve eleştiriye açık olmayan birçok bilim insanına rastlarız.  Oysa yetişkin insanlar daha mantıklı, daha sabırlı, daha hoşgörülü ve daha objektif (analitik) davranma yetkinliğindedir. Beklenti bu şekildedir. Eksikliğini bilen ve bu eksikliğini gideren insan, “başarılı” insandır. Başarı, elbette hemen gelmez ve bazen çok zaman da alır, o yüzden sabırlı olmak gerekir. Eğer Allah’ın şanslı kulu ya da Allah’ın sevilen kulu isek o zaman başka… Âlimlerin bile, her türlü eleştirilere açık olduğunu biliyoruz. Âlim, kendini bilendir.” Bu ifade;

- “ haddini bilen ”

- “ ölçüyü bilen ”

- “ faydalı olmayı isteyen ”

- “ var olmanın anlamını bilen ”

- “kul olmanın anlamını bilen” ve

- “ Allah korkusunu bilen ” anlamlarındadır.

Son bir değerlendirme; Bazı din âlimleri de, eksik, sınırlı veya dar bilgileriyle hadisleri ve ayetleri yorumlamışlardır. Aslında ortaya çıkan, tamamen Arapçadan birebir tercüme yapılmasıdır. Yorum gereken yerler ise, özellikle Arapça anlamlarıyla bırakılmaktadır. Böylece ilmi bilgilerin (daha çok dini)  tercümesinde, dünya hali ve mevcut şartlar dikkate alınarak tercümeler yapılmaktadır ve orijinal asıllara bağlı kalınmaktadır. Şüphesiz, işin aslı ve olması gereken denk ve birebir karşılayan tercümedir. Ancak ayet yorumları için derin ve çok yönlü âlimlik bilgisi gerekmektedir. Çünkü tercüme yapılırken, ilâhi mesajlar ve ahiret şartları dikkate alınmalıdır. Bu da mecazi ve gizli bilgilerin (mesajların) var olduğunun göstergesidir. Zaten kâlp gözü açık bir âlim için, derin bilgilere ulaşmak ve doğru yorumlar yapmak çok daha kolaydır. Maalesef günümüzde, bu değerlerdeki âlim sayısı çok azdır. Mukayese yapmak açısından, aşağıda seçilmiş olan bilimsel mahiyetteki iki ayetin günümüz çözümlerine bakalım;

1. Ayet : “O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir.” (Bakara Suresi, 29.Ayet)

Çözümü: “Hikmeti büyük Allah ki; yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı ve tasarrufunuza verdi. Sonra gökyüzünü düzenledi. Gökyüzünü, sizin yaşayabileceğiniz şekilde yedi gök tabakası (Troposfer, Stratosfer, Ozonosfer, Mezosfer, Termosfer, İyonosfer ve Ekzosfer) haline getirdi. Allah ki; her şeyi yaratandır, her şeye kadirdir ve her şeyi (hakkıyla) bilendir.”

2. Ayet : “Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi…” (Fusulet Suresi, 12.Ayet)

Çözümü: “Böylece onları, iki büyük evrede yarattı ve sonra gökyüzünü (yedi ayrı işlev görecek şekilde) düzenledi. Ve Allah, göğün her tabakasındaki görevli meleklere, işiyle ilgili tüm bilgileri (kıyamete saatine kadar) öğretti…”

 “Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tespih (ve tenzih) ederiz. Bizi cehennem azabından koru!’…Amin!” (Ali İmran Suresi, 191.Ayet)

(NOT: Elliüçüncü bölümün sonu…)