Sedat SADİOĞLU'nun 28 Aralık 2023 tarihli yazısı: İslamı İyi Anlamak

Gören Göz – 48/1: İslâm’da Bilim ve Teknoloji

Aşağıda değerli bir yazarımızın, medeniyete bakışı ile ilgili bir değerlendirmesini verip, sonra kendi yorumlarımı ekleyeceğim:

“Sanayi İnkılâbı’nın Avrupalı müşriklerin* eseri olduğuna ne kadar memnunum bilemezsiniz. ‘Makineye buhar kuvvetini tatbik etme fikri, keşke Manchester yaylalarında değil de, Konya’nın düzlüğünde kuvveden fiile geçirilseydi’ diye yanıp yakınan makuleden (cinslerden) değilim. Barut macunuyla bayramlık fişek ve çatapat yapan Türk neşesi ile aynı eczayı, delikli demirin içine yerleştirip uzaklardan kalleşçe adam vuran münkir (belirsiz) muhayyileyi (hayal gücünü) mukayese kalkışmıyorum, çünkü Hazreti Köroğlu bir miktar ceddim olmaktadır. Otomat dehası Ebul İz üstadımızın basit dişli, yay, kasnak ve zembereklerin yardımıyla, dinsiz fabrika robotları yapabilecekken, devrin sultanına ‘abdest suyu dökme makinesi’ icat etmesine asla yerinmiyorum. (*Kısa Bilgi: Müşrik, kâfir demektir, ancak her kâfir müşrik değildir.)

Âlimlerin, ahiretteki kalıcı mekânlarının peygamberlerle aynı yer olacağını müjdeleyen şanslı bir dinin mensuplarıyız. Din âlimlerimizle de övünürüz. Ancak fen âlimlerimizin sayılarını ve katkılarını ne kadar biliyoruz? İslâm tarihi boyunca ve hatta halen, fen âlimlerimizin hem sayısı azdır, hem de katkıları sınırlıdır. Tüm yazılabilecekler (ne yazık ki) ince bir cilt tutarındadır. Bir de, bu yetmiyormuş gibi, bazı kitaplarda bugünkü Batı’nın sıçrama noktaları, İslâm âlimlerinin çalışmalarına bağlantılı anlatılır ve açıklanmaya çalışılır. İyi bir analizle, var olan, kayıt altına alınan ve katkı sağlayan İslâm âlimlerinin de, Yunanlı, Farslı, Çinli veya Hintli âlimlerden etkilendikleridir, belki de aktardıklarıdır! (Ek bir bilgi; sadece eski Yunan bilim adamlarının hayatları, yaptıkları ve ortaya koydukları, ciltler dolusu kitap oluşturmaktadır.)”

Her ne kadar, yapılan bu acımasız bakış açısının duygusal olduğunu kabul etmekle birlikte, yukarıdaki tespitlere katılmak mümkün değildir. Ancak eleştiriler bilimsel gelişmelere, din, gelenek ve statü gözetilerek yapılmıştır. Asıl acımasızlık da buradadır. Yazara verilmesi gereken yanıtlar belki şöyle olabilir;

a) Sanayideki gelişmeyi Batı’lı (sözüm ona) kâfirlerin yaptığı için “anlaşılamayan” bir memnuniyet vardır! Bu memnuniyet nedendir?

b) “Askeri alanda güçlenme” varken, var olan geleneksel silâhlarla yetinme yoluna gidilmiştir! Bu durum, geride kalmaya ve İslâm ordularının hezimetine yol açmıştır. Bu doğru mudur?  

c) Dinsiz fabrika robotu yapma yerine, faydasız bir icat (abdest suyu dökme makinesi) peşinde koşmayı öven bir zihniyetin, önce kendisini, sonra halkını ve en sonunda ülkesini, ne kadar kalkındıracağını (iyi) düşünmesi gerekir. Üstelik abdest suyu makinesini yapan üstadın, bunu sırf bir makama (sultana) yaranmak için yaptığını da bir düşünelim!

d) Geri kalmışlığımızın kılıfını, dinsizlere, arkadan vurmaya, hor görmeye, eski âlimlerimize bağlamaya, faydasız icat söylemlerine bağlamak, ne kadar mantıklıdır? Ve ne kadar doğrudur?

İslâm’da bilim ve teknoloji” alanında yapılanlar incelendiğinde, pek çok çalışmanın önce, dini esasları geliştirmek üzere yapıldığını görürüz. En çok da astronomi bilimi için gerekli matematik ve fizik dallarında bu böyledir. Bunlarla bağlantılı olarak, saat, takvim, pusula ve benzeri yöntem ve birkaç ölçümsel alet-edevat gelişmesi olmuştur. Ancak neredeyse tamamı, ibadetlere (daha çok namaza, kıble yönü bulmaya, vb.) ve ticarete yardımcı olmak amacıyla başlatılmıştır.  Daha sonraki dönemlerde, bildik ve ne yazık ki, bilimsel çalışmaların sonunu getiren “başımıza icat (iş) çıkartma” bağnazlığı ile gerilemeler başlamıştır. İslâm tarihinde, hiçbir Müslüman idareciye yakışmayan, rasathane ve kütüphane yakıp-yıkmalar yaşanmıştır (Timur Dönemi). Ve yine en kötüsü, tüm fen âlimleri faydalı icat yapmaları teşvik edilecek yerde devlet memuru yapılmışlardır. İster takdir almak, isterse de sevap kazanmak için olsun, sadece kendisi ya da bir makamı muhatap alınarak yapılan “bilimsel katkı”  ne kadar faydalı bir katkıdır ve biz İslâm âlemini ne kadar ileri götürebilir? Zaten götüremediği de ortadadır.

Bilimsel bir ayet:

“Gök boşluğunda Allah’ın emrine ve kanununa boyun eğmiş bir halde uçan kuşlara hiç mi dikkat etmezler? Onları orada Allah’ tan başkası tutmuyor. Elbette bunda (Allah’ın kudretine ve kadrine) imana ve onda (bilimsel dengeler ve kurallar açısından incelenip, uçabilmeyi keşfetmeye ve) derinleşmeye açık bir topluluk için pek çok işaretler, deliller vardır.” (Nahl Suresi, 79.Ayet)

Aşağıdaki üç hadis ile konuyu sonlandırmak isterim;

“Bir saat ilim öğrenmek veya öğretmek, sabaha kadar ibadet etmekten daha sevaptır.”

“Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar.” ve

“İlmin azalması âlimlerin azalması ile olur.”

Gören Göz – 48/2: İslâm’ı Ciddiye Almak

Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan hocamızın, “İyi Müslüman” adlı kitabının, 62. Sayfasından seçerek aldığım bazı bilgileri aşağıda sunmak isterim. Kitapta, İslâm’ı ciddiye alan Müslüman için aşağıdaki sıfatlara yer verilmiştir;

- İslâm’ı kendi söylemi ve tanımı içinde kabullenir.

- İslâm’a alternatif aramaz.

- Daima İslâm’a uygun şeylerin (helâl, iyi, faydalı, vb.) peşinde koşar.

- Her konuda İslâm’ın hizmetindedir.

- Müslümanları ciddiye alır.

- Yaradan’dan dolayı insanları sever.

- Dünyanın kötü gidişatından dolayı sorumluluk duyar.

- Dünya nimetlerine fazla düşmez.

- Ahireti kazanma kaygısıyla doludur.

- Sözde değil, özde Müslüman olmaya çalışır.

- Dini görevlerini ciddiye alır ve zahmet duymadan yapar.

- Geleceğini İslâm ile aydınlatır.

- İnancını örnek teşkil edecek şekilde yaşar ve çekinmeden yapar.

- İslâmi oluşumlara destek verir.

- İslâmi eğitime önem verir.

- Hayatını Müslümanca yaşar ve ölümden korkmaz.

- Son nefesine kadar İslâm’a bağlı kalır.

Aşağıda, sevgili Peygamberimizin bir duası ile konuyu bitirmek isterim; (Kaynak: Tirmizi, r.a.)

Ey yüce Allah’ım, bizden yaşattıklarını İslâm üzere yaşat, öldürdüklerini de iman üzere öldür!… Amin!”

Gören Göz – 48/3: Hakkıyla Yapmak! 

Aşağıda, Hz. Ayşe (r.a.) validemiz tarafından aktarılan bir hadis ve verdiği mesajla ilgili açıklamalar yer almaktadır. Bu hadiste geçen “sağlam” ifadesi, birçok din âlimi tarafından  “güzel” olarak karşılık bulmuştur.

“Allahü Teâlâ sizden birinizin bir iş yaptığı zaman, onu sağlam yapmasını sever.” (Beyhakî, r.a.)

Bu hadisten, her işi ‘ciddiye almak’ gerektiği mesajını almalıyız. Ondan sonra da, içeriğine göre işin hakkını vermemiz gerekiyor ki, sonuç alabilelim. Türkçemizde “bir işi hakkıyla yapmak” deyimi vardır. Bu deyim de, hadisi destekleyen güzel bir söyleyiştir. Ayrıca içerisinde derin anlamlar yüklüdür. Aşağıda, bu anlamlardan bazılarına yer verilmiştir:

1) Hakkıyla bir işi yapmak, o işi ‘başarmak’ demektir. Başarılı olan Müslüman, eğer işin ehliyse, işlerini geliştirir ve bir değer üretir. Bu gelişme hem kazanç getirir, hem de istihdama katkı sağlar. Üretimiyle de devletine destek olur.

2) İşin bir diğer (maddi) yönü, verilerek (özellikle zekât, sadaka, fitre gibi) yapılan ibadetlerin de artacak olmasıdır. Bu çok yönlü sosyal katkı, diğer Müslümanlara örnek teşkil edebileceği gibi, (aynı zamanda) kişinin ahireti için ‘sevap kazanmak’ türündendir.

3) Eğer işini yapan bir çalışan ise (işçi, memur, esnaf, vb) işini hakkıyla yaptığında, tecrübesi ve itibarı artar. Bu artışlar onun kazancını ve makamını (hatta her ikisini de) artırabilir. Ayrıca, faydalı olma düşüncesi, kişiyi ‘mutlu eder. Mutlu bir Müslüman, diğer Müslümanlara da örnek olur ve ibadetlerini ve işlerini içten yapar.

4) Ayrıca sağlam yapmak, günümüz insanı için bir beklenti olan, ‘güvence’ anlamına gelir. Diğer bir karşılığı da ‘garanti’ olan bu sağlamlık, eğer insan güvencesiyle ilgili ise, ‘hayatiyet de arz ediyor demektir. Eğer sağlamlık bir iş güvencesi veya üretimle ilgiliyse, bir defada sağlam ve garantili yapmak, hataları ve zaman kaybını ortadan kaldıracaktır. Ayrıca, kişi ya da kuruluşa ikinci bir ‘kazanç ve itibar’ sağlayacaktır.

Görüldüğü gibi, aktarılan hadisteki “sağlam yapmak”, sadece “güzel yapmak” ifadesi ile açıklanamaz. Esasen tüm hadisleri yeniden gözden geçirip, günümüz şartları, özellikleri ve yaşantıları dikkate alarak, tekrar yorumlamaya ihtiyaç vardır. Bunu sadece anlamları için değil, çocuk, genç, yeni okuyuculara ve hatta gayrimüslimlere, tam ve doğru bilgi vermek için özellikle yapmalıyız.

“Sözlerin en güzeli Allah’ın Kitabıdır, yolların en doğrusu ise Hz. Muhammed’in  (s.a.v.) yoludur.”  (Sedat Sadioğlu)

“Yüce Allah(c.c.) Müslümanları, bu duanın bilincinde olan kullarından eylesin… Amin!”

(NOT: Kırksekizinci bölümün sonu…)