Utku KABAKCI'nın 27 Ekim 2023 tarihli yazısı: Kurumsallaşmanın Getirdikleri ve Götürdükleri
TDK’ye göre kurum kelimesinin üç anlamı vardır. Bunlar:
1. Kuruluş, müessese.
2. Ocak bacalarında biriken ya da çevreye savrulan is.
3. Kendini büyük ve önemli gösterme davranışı.
Bugün için kurum sözcüğü genellikle birinci anlamında kullanılmaktadır. Ortak bir hedefe varabilmek için bir araya gelerek iş birliğini ve hiyerarşiyi kabul eden insanlar, eğer hedeflerine ulaşmak uzun bir zaman alacaksa şuurunda olarak ya da olmayarak birlikteliklerini kurumsal bir hâle getirmek için çabalamaya başlar.
Kurumsallaşmaya dair insanların zihninde çoğunlukla olumlu anlamlar canlanır. Çünkü kurumsallık; köklü, düzenli, büyük ve güçlü olmakla ilişkilendirilir. Ancak kurumsallaşmanın işlevsellik gibi olumlu tarafları olabileceği gibi olumsuz yönlerinin de olacağını düşünenler için kurum kelimesinin ikinci ve üçüncü anlamları manidardır. Şüphesiz kurumların arkasında üyelerinin; emeği, deneyimi ve bilgi birikimi vardır. Fakat tüm bu kurumsallaşma süreci içinde kurumların hem kendi azalarına hem de çevrelerine zararlı olacak durumlarla (tıpkı ocak bacalarında biriken ve çevreye zarar veren is gibi) karşı karşıya kalması da muhtemeldir.
Hem bireyler hem de kurumlar için “oldum, büyüdüm, piştim” denilen nokta en tehlikeli yerdir. Çünkü bu yanılgı, yeni bir şey öğrenmeye ve gelişmeye ket vurur. Öğrenme ve gelişme yolculuğunda asla kullanılmaması gereken noktalama işareti, noktadır. Bu, sonu olmayan bir yolculuktur. Savaşlarda yenilgiye giden yolun; kibir, düşmanı hafife alma ve zafer sarhoşluğu taşları ile döşeli olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca büyüklük hissi beraberinde istediğim her şeyi yapabilirim düşüncesini de getirebilir. Özellikle kurumlar söz konusu olduğunda bu düşünce ve davranış şekli çok sayıda insanı olumsuz etkileyebileceği için daha tehlikeli bir hâl alır.
Kendi varlıklarını sürdürdükçe geleneği de yaşatan kurumlar, sadece geleneğin muhafaza edildiği yerler değildir. Zamanla kurum ile gelenek o kadar iç içe geçer ki kurumun kendisi de gelenek hâlini alır. İstisnai düşünenleri dışarıda bırakırsak gelenek, zihinlerde hep olan dahası hep de olması gereken olarak yer edinmiştir. Dolayısıyla geleneğe dönüşen kurumların meşruluğu kolay kolay tartışmaya açılmaz. Meşrulukları; doğal, kaçınılmaz ve zaten olması gereken olarak kabul edilmelerinden kaynaklanır.
İnsan, bildiğini, yabancısı olmadığını muhafaza etmek ister. Herkesin, marjinal denilen kesimlerin dahi mutlaka muhafaza etmek istedikleri bir şey (eşya, ortam, ilişki, kurum, yaşam biçimi gibi) vardır. İnsanın bildiğinden değil, bilmediğinden korkma ihtimali daha fazladır. Bu yüzden insan, doğası gereği bilmek değil, bilmemek ister. Ayrıca bilgi, beraberinde karar almayı ve neticesine katlanmayı yani sorumluluğu da getirir. Bu sebeple insan, kendisine başkalarının ne yapması gerektiğini söylemesini tercih edebilir. İddia edilenin tersine çoğunlukla talep edilen şey özgürlük değildir. Özgür olmanın beraberinde getireceği sorumluluktan kaçmak için de kurumlara dâhil olunur.
İnsanlar tarafından inşa edilen kurumsal yapılar, zaman içinde insanları şekillendirmeye başlar. Bu döngü âdeta Cahiliye Dönemi’ndeki Mekkeli müşriklerin kendi elleriyle yaptıkları putlardan medet ummaları gibi trajikomik bir hâl alabilir. Geleneklerin ömrü, bizim bir sonraki geleneği benimsememizle son bulur ve bunu müteakip doğal olarak hâlihazırda gelenekle özdeşleşmiş olan kurumların da miadı dolmuş olur. Kurumları insanlar oluşturur. Geleneğe dönüşen kurum, gelenekle birlikte değişir, değişime ayak uyduramaması durumunda ise işlevini yitirerek tarihin tozlu raflarındaki yerini alır.