Mehmet KÜÇÜKEKEN'in 4 Temmuz 2024 tarihli yazısı: Mülteci

Cennetten gelen insanoğlu dünya da mülteci değil midir?

Yoksa, misafir midir?

Ya da ev sahibi miyiz?

‘’Gerçekte neyiz?’’ Diye sorguladınız mı sizler de benim gibi ara sıra da olsa?

Beden içine hapsolmuş ruhumuz, bedenimizin esiri midir ya da bedenimiz de mülteci mi? Kişi ölüp de ruh bedenden ayrılınca, ruh için mültecilik bitiyor mu?

Doğal yaşamı içinden alınarak hayvanat bahçesine konan hayvanların durumuna ne demeli?

Kafeste tuttuğumuz kanarya ve de papağanın hali?

Esir mi? Sığınmacı mı? Mülteci mi? Ev sahibi mi?

İnsan, kendi iç dünyasında da mülteci durumuna düşebilir mi?

Yurtdışından ülkemize gelen yatırımcılara ticaret ve yatırım avantajları sağlanırken, kendi ticaret erbabımız parasıyla puluyla karşılaştıkları bürokratik ve diğer engelleri göz önüne aldığımızda kendi piyasamızda mülteci durumunda değil midir?

Mülteci olarak ülkemize gelmiş insanları devlet ve millet olarak el ele verip kendi yurtlarındaymış gibi misafir ederken, zorlu ekonomik koşullar altında yalnız bırakıldığını hisseden emekliler, ay sonunu getirmeye çalışan asgari ücretliler, tazminat, kadro, maaş bağlama oranları gibi hak ettikleri özlük haklarının bir türlü verilmeyip ötelenmesinden mağdur olmuş meslek grupları kendilerini mülteci gibi görüyor mudur diye aramızda düşünmeyen yok değildir zannımca?

Kendi arkadaşları arasında, iş çevresinde; geldiği yer, kıyafeti, cep telefonu, konuşması, yaptığı iş gibi etiketlemelerle mülteci durumuna sokulmayan bireyler de yok değil midir?

Bir ürünü satın alma sürecindeki yaşadığınız olumlu havanın ve mutluluğun etkisinin satış sonrası servis ve firma iletişimi ile sizi, ürüne göre mülteci durumuna sokmasıyla bitmesine ne demeli? Artık, bıkmış şekilde o markadan ayrılıp diğer markalara iltica etmiş olmuyor muyuz?

Dünyanın her yerinde karşılaşabileceğimiz; ırkçılık yaparak, dini inançlar üzerinden, farklı fikir ve düşüncelere saygı duymayarak gerçekleştirilen sosyal mültecileştirme hareketlerine ne demeli?

Ülkelerin kendi aralarında koydukları sınırlar vardır, ihlaller vatandaşları mülteci durumuna düşürülebilir ama düşüncelere asla sınır koyulamaz ve fikirler mültecileştirilemez.

Bir takım karanlık odaklar ve gizli güçler tarafından ülkemizin milli birlik ve bütünlüğüne karşı demografik yapıyı değiştirmek amaçlı dünyanın çeşitli bölgelerinden mülteci akımları şeklinde, sistematik kaçak göçmenlerin transferi ile yapılan yasal olmayan ve mülteci kavramı içinde değerlendiremeyeceğimiz faaliyetlerin de gereğini devletimiz en yüksek perdeden yapmaktadır ve yapmaya devam edecektir.

Devletimizin masum ve mağdurlara karşı cemal yüzü çok geniş,  düşmanlık edenlere karşı da celal yüzü çok şiddetlidir.

Mülteci, kendi ülkesinde maruz kaldığı veya maruz kalma tehlikesi olan zulüm, savaş, şiddet veya diğer tehlikeler nedeniyle ülkesini terk ederek başka bir ülkeye sığınan kişidir. Mültecilerin durumu, uluslararası hukuk ve insan hakları bağlamında büyük önem taşır.

Mülteciler, 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi'ne göre "ırkı, dini, milliyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulme uğrayacağından haklı olarak korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan veya zulüm korkusu nedeniyle yararlanmak istemeyen" kişilerdir.

Uluslararası Hukuk, Mültecilerin korunması, çeşitli uluslararası sözleşmeler ve belgelerle güvence altına alınmıştır. Bunlar arasında en önemlileri:

1.    1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Protokolü: Mültecilerin tanımını yapar ve onların haklarını koruma altına alır.

2.    İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi: Mültecilerin temel haklarını vurgular.

3.    Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR): Mültecilerin korunması ve desteklenmesi amacıyla faaliyet gösterir.

Dünya genelinde mülteci sayısı, çeşitli savaşlar, iç çatışmalar, siyasi baskılar ve insan hakları ihlalleri nedeniyle sürekli artmaktadır. UNHCR verilerine göre, 2023 itibarıyla dünyada yaklaşık 26 milyon mülteci bulunmaktadır. Bu kişilerin büyük çoğunluğu, düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşamaktadır.

Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle tarih boyunca önemli bir mülteci geçiş noktası olmuştur. 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşı, Türkiye'yi dünyanın en fazla mülteci barındıran ülkesi haline getirmiştir. Türkiye, 4 milyondan fazla Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapmaktadır. Türkiye'nin mülteci politikası, insani yardım, geçici koruma ve entegrasyon süreçlerine odaklanmaktadır.

Türkiye, Suriyeli mülteciler için "Geçici Koruma Rejimi" uygulamaktadır. Bu rejim, mültecilere barınma, sağlık, eğitim ve sosyal hizmetlere erişim hakkı tanımaktadır. Ancak, bu haklar bazı sınırlamalar ve bürokratik engellerle karşı karşıyadır.

Mülteci krizi, hem dünya genelinde hem de Türkiye'de önemli bir insani sorundur. Özellikle Türkiye’de demografik yapı bozulmakta, kültür erozyonu yaşanmakta ve göçmenlerin gruplaşması ile birlikte hareket etmesinden dolayı apartman, mahalle, sanayi bölgesi, ticaret monopol bir yapıya evrilmektedir. Yüksek orandaki mülteci sayısı ülke ekonomisi üzerinde başta enflasyonist baskı olmak üzere gıda, tarım ürünleri başta olmak üzere genel fiyatlar üzerinde yukarı yönlü olumsuz etki yapmaktadır. Dini değerler, dil, aile içi yaşam, eğitim anlayışı ile seviyesi, gelenek görenekler kısa vadede değişen kavramlar olmadığından ülke vatandaşları ile mülteciler arasında sosyal yaşam içinde karşılıklı adaptasyon sorunlarını ortaya çıkmaktadır.

Mültecilerin karşılaştığı zorluklar, uluslararası hukuk, insan hakları ve toplumsal dayanışma bağlamında ele alınmalı ve çözüm odaklı politikalar geliştirilmelidir. Uluslararası işbirliği, entegrasyon politikaları, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim ve kamu farkındalığı artırma gibi stratejiler, mültecilerin yaşam koşullarını iyileştirmek ve toplumsal uyumu sağlamak için kritik öneme sahiptir. Mülteci krizine karşı duyarlı ve etkin çözümler üreterek, daha adil ve insancıl bir dünya inşa edebiliriz.

İnsan, kuru kalabalıklardan kendini yalnızlığa sürgün ettiğinde ise özgürlüğe iltica etmekte ve kendi yaşamının mültecisi olmaktadır.

Kaleye alınmamakta, alınmayan her neyse, o kaleye alınmayanı kaleye almayanlar nazarında mülteci durumuna sokmaz mı? 

Bazı meslek gruplarının tazminat, kadro, maaş bağlama oranları gibi özlük haklarının bir türlü gündeme alınmayıp, sessizce ötelenmesindeki durumu dikkatlice izlediğimizde haklı beklenti içinde olanların her defasında yaşadıkları hayal kırıklığının iç dünyalarında oluşturduğu negatif etkinin bir mültecinin yaşadığı travmalar ile benzerlik taşımadığını kim ya da kimler söyleyebilir diye de bazen düşünmüyor değilim?

Bir insanın, camianın ve de toplumun söz verip, yol arkadaşlığı deyip, vaat edip, ant içip, umut aşılayarak gönlüne girip de farklı davranarak gözden düşenler şimdi hangi gönüllerde mülteci durumundadırlar ya da kabul edecek gönül bulamayıp kar gibi eriyerek yitip gitmişlerdir.

‘’Kendi öz vatanında, kendini mülteci gibi hissedenler de var mıdır?’’ diye düşünürken;

Başta Uygur Türkleri olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinde kendi öz vatanlarında yıllardır mülteci durumuna düşenleri de unutmamak gerekir.