Mert Can DUMAN'ın 29 Mart 2023 tarihli yazısı: Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler
Bahar geldi geliyor derken Mart yine kazma kürek yaktıran hâllerine devam ediyor. Kışı aratmayan bir bahar gününde, kapalı havaya eşlik eden güzel bir Sezen Aksu parçası bu haftaki buluşmamızın ismini versin istedim. “Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler, tek bir söz söylemeye hakkım yok” diyor Sezen Aksu usul usul… İnsanlık, hevesle kalkıştığı işlerin tam tersini aynı hevesle yapmaya mazhar bir varlık. 2000’li yılların başından beri yakın geçmişimizde olanları, büyük bir hevesle başlanan işlerde kaybolan yıllar geri verilmediğinde işin içinden nasıl da çıkamadığımızı gelin bir de birlikte değerlendirelim.
20. yüzyılın sonlarında, 1996 yılında Singapur’da düzenlenen Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Bakanlar Konferansı ile ilk tohumları atılan ticaretin kolaylaştırılması rüzgârları, 2001 yılındaki Bakanlar Komitesi’nin Doha turunda ise iyiden iyiye bir fırtınaya dönüşmüştü. Ülkeler en hızlı ve en kolay ticaretin yapılması için olanca güçleriyle emek verirken uluslararası ve ulusal ticaret mevzuatı ticaretin kolaylaştırılması yönünde güncelleniyordu. O dönemde ülkemiz de o zamanki adıyla Gümrük ve Ticaret Bakanlığının koordinasyonunda mottosunu “dünyanın en kolay ve en hızlı ticaretinin yapıldığı ülke” olarak belirlemişti. Aradan çok kısa bir vakit geçti, 2010’ların ortalarına geldiğimizde ise ABD ile Çin arasında önce “ticaret dalaşı” olarak başlayan, daha sonra ise önce ikili ve çoklu ilave katı gümrük yükümlülükleriyle “ticaret savaşı”na dönüşen bir döneme merhaba dedik. Ticaretin kolaylaştırılması amacıyla yapılan onca çalışma, düzenlenen onca konferans, üretilen onca doküman, kayıp yılların tozlu raflarına kaldırılmıştı.
Ekonomilerin öncelikli amacı, büyüme ve kalkınma. Büyürken kendi sahip oldukları yetkinlikleri en iyi şekilde kullanarak ikili ve çoklu siyasi ilişkilerini geliştirerek ticaret hacimlerini artırmak, yatırımları sürdürülebilir hâle getirerek nitelikli ve kapsayıcı bir büyümeyi sağlamak ve bütün bunları başarırken insani olarak da kalkınabilmek, ülkeler için bir Shangri-La (Sanskritçe'de “barış ve mutluluk dolu yer” anlamına gelen kelimenin yaygın kullanımı Uzak Doğu öğretilerinde adeta bir hayal niteliğinde olan şeklinde). Ancak ekonomiler büyüme ve kalkınma hayallerini hayata geçirirken çok önemli bir hususu gözden kaçırdılar (belki de bilerek düşünmediler bile); doğanın kaynaklarının sınırsız olmadığını. Büyüme ihtirasıyla doğayı hiçe sayan ekonomiler, bugün yenilenebilir dönüşümün bayrak taşıyıcılığına soyunuyorlar. Ancak geriye dönüp baktığımızda havanın umarsızca kirletildiği, ağaçların yarını düşünmeden kesildiği, doğanın adeta tahrip edildiği kayıp yılları bize kimse geri vermiyor.
Geçtiğimiz günlerde Dünya Bankası “küresel ekonomik büyümenin 2030’a kadar %2,2 ile otuz yılın en düşük seviyesine düşeceği ve bu durumun dünya ekonomisi için kayıp bir on yıl olacağını” ifade ettiği raporunu yayımladı. Dünya ekonomisinin büyümeyi tabana yayma konusunda çok da başarılı olmadığını ifade eden Dünya Bankası, iklim değişikliğiyle ve yoksullukla mücadele sürecinde de büyümenin sürdürülebilir olması gerektiğine dikkat çekti.
2000’li yılların başından bu yana geçen çeyrek yüzyılı önce politikaları hayata geçirip daha sonra o politikaların ortaya çıkarttığı olumsuzlukları gidermek için yeni politikaları hayata geçirmekle harcayan dünya ekonomisi, önümüzdeki dönemi kayıp yıllar hanesine eklememek için iş birliğini önceleyen, kapsayıcı bir vizyonla, yenilenebilir sektörlerde sürdürülebilir yatırımla büyümeyi odağına alan, iş gücüne katılımı genişleterek yoksulluğu azaltma yönünde etkili adımlar atan bir yol haritası çizmek zorunda. Yoksa tecrübeyle sabit, kaybolan yıllarımızı kimse bize geri vermiyor.
Sağlıklı ve güzel bir hafta dileklerimle…