Hüseyin ASLPASLAN'ın 12 Nisan 2023 tarihli yazısı: Hükûmetin Düşmesi, Nemrut Paşa’nın Azledilmesi ve Temyiz Yolunun Açılması
10 Ağustos 1920 tarihinde Paris’in Sevr banliyösünde Damat Ferit Paşa Hükûmeti temsilcileri ile İtilaf Devletleri arasında Sevr Antlaşması imzalanmıştır. Ancak, Türk Milleti’nin vatansever yurttaşları ile kamuoyunun geneli bu esaret antlaşmasını kabul etmeyerek tepki göstermiştir. İşgal İstanbul’unda Damat Ferit ve yandaşları hariç hiç kimse bu antlaşmadan mutmain olmamıştır. Ankara’da kurulan Büyük Millet Meclisi’nin mütemadiyen güçlenmesi, Kuvâ-yı Milliye’ye karşı Damat Ferit Hükûmeti’nin İngilizlerle iş birliği içerisinde çıkarttığı iç isyanlar [1] ile Kuvayı İnzibatiye’nin (hilafet ordusu) [2] etkili olamaması ve Anadolu’da milli direnişin gün geçtikçe etkisini arttırması gibi olguları değerlendiren İtilaf Devletleri, Sevr Antlaşması’nın maddelerini uygulamakta başarılı olamayacakları kanaatiyle, Anadolu’daki ulusal hareketi kontrol altına alacak ve istediklerini gerçekleştirecek yeni bir hükûmet kurulmasını çözüm olarak görmüşlerdir. Damat Ferit Paşa’nın İngiliz yanlısı olmasına rağmen ulusal akımı bastıramamasını muhtemelen beceriksizlik gören ve Ferit Paşa’dan umduğunu bulamayan İtilaf Devletleri’nin İstanbul’daki temsilcileri olan yüksek komiserler, Padişah Vahideddin’e başvurarak 21 Ekim 1920 tarihinde Tevfik Paşa Hükûmeti’nin iş başına getirilmesini sağlamışlardır [3].
Damat Ferit Paşa Hükûmeti tarafından 23 Nisan 1920 tarihinde çıkartılan kararnamenin 3. maddesine göre, Divân-ı Harbi Örfî mahkemelerinin kararlarının temyiz edilemediğinden önceki yazımızda bahsetmiştik. İç isyanlara, Kuvayı İnzibatiye’ye, milli önderler hakkında verilen idam kararlarına ve diğer tüm yaptırımlara rağmen Kuvâ-yı Milliye ve Ankara’daki milli önderler üzerinde tesir gösteremeyen İstanbul Hükûmeti, bu defa taktik değiştirerek anlaşma yoluyla istediklerini yaptırma yoluna gitmiştir. Bu bağlamda Damat Ferit Paşa Hükûmeti tarafından Kuvâ-yı Milliye’ye katılanlar ile onlara destek olanlar hakkında belli şartlar içeren genel af ilanı tekrarlanmış ve 23 Eylül 1920 tarihinde Ankara’ya gönderilen telgrafta, Kemalist önderler dışında 10 gün içinde İstanbul Hükûmeti’ne bağlılığını beyan edenlerin affedileceği bildirilmiştir [4]. Damat Ferit Paşa yöntem değiştirerek, Ankara’da bulunan milliyetçileri bölmek ve zayıf düşürmek istemiştir. Bu girişimi gerçekleştirme araçlarından birisi olan af kararı, ulusal akıma katılanları İslam ve vatan düşmanı gören bazı kabine üyelerini rahatsız etmiştir ve binaenaleyh hükûmeti af kararından vazgeçirmek amacıyla istifa edenler ve kulis yaparak farklı çareler arayan üyeler olmuştur. Yine bu bağlamda istifa eden Şeyhülislam Mustafa Efendi ile Ali Kemal, Refik Halit ve Ticaret ve Ziraat Bakanı Cemal Beyler kendi politikalarını üretmek için bir araya gelerek görüşme yapmışlardır. Damat Ferit ise kabinede kaosu önlemek ve değiştirdiği yeni politikasına destek bulmak amacıyla İngiliz Muhipler Cemiyeti lideri Sait Molla ile bir görüşme gerçekleştirmiş, akabinde İçişleri Bakanı Reşit ve Danıştay Başkanı Rıza Tevfik Bey’ler ile bir araya gelerek istişarede bulunmuştur. Ayrıca hükûmet, Şeyhülislam’ın çıkarttığı kriz üzerine, bu kurumun kuruluş ve yetkileri üzerine bazı değişiklikler yapmak için çalışmalara da başlamıştır[5].
Damat Ferit Hükûmeti’nin Ankara ile uzlaşma çabaları, Divân-ı Harbi Örfî’de de etkisini göstermiştir. Mahkemenin sanıklara karşı tutumunda değişiklikler olmuş ve yargılamalar sübjektiflikten çıkarak doğal yönüne doğru evrilmeye başlamıştır. Divân-ı Harbi Örfî Reisi Nemrut Mustafa Paşa’nın icra edilen yargılamaların gizliliğinin kaldırılabileceğine dair açıklamaları ile hükûmetin Divân-ı Harbi Örfî kararlarının temyize açılabilmesi için attığı adımları, Damat Ferit Paşa’nın siyasi davranışlarındaki değişikliklerin bir tezahürü olarak teyit edebiliriz [6].
Divân-ı Harbi Örfilerde 23 Nisan 1920 tarihinde çıkartılan kararname ile getirilen değişiklikler, beraberinde hukuksuz uygulamaları doğurmuştur. Nemrut Mustafa Paşa başkanlığında yapılan gizli yargılamalar neticesinde idam ve hapis cezası kararları verilmiştir. Temyize gitme hakkı bulunmayan birçok kişi ile beraber en son Nusret Bey idam edilmiştir. Divân-ı Harbi Örfî’nin haksız ve hukuksuz yargılamaları ile vatanseverlerin idam edilmesine karşı kamuoyundaki sızlanmalar sonrasında, 5 Ekim 1920 tarihinde Damat Ferit Hükûmeti radikal bir girişimde bulunarak, bu tarihten sonra verilecek Divân-ı Harbi Örfî kararlarına temyiz yolunu açmıştır. Resmî Gazete’de yayınlanan ve önceki kararnamenin üçüncü maddesinde yapılan değişiklikle, Divân-ı Harbi Örfî tarafından idam cezası verilenler doğrudan, hapis ve diğer cezaları almış olanlar ise mahkemenin bulunduğu bölgede görevli askeri hükûmet reisinin talebi üzerine temyize tâbi olmuşlardır [7].
23 Nisan 1920 tarihinden sonra Divân-ı Harbi Örfîlerdeki yargılamalarda ortaya çıkan hukuk garipliklerini ve tuhaflıkları, ayrıca yadırgadığımız kararları önceki yazılarımızda teferruatlı olarak anlatmıştık. 5 Ekim’de temyiz yolunun açılmasının hemen arkasından hükûmetin değişmesi ile beraber, kamuoyunda adil yargılamalar yapılacağı yönünde beklentiler yükselmiştir. Bu çerçevede Divân-ı Harbi Örfîlerin önceki uygulamalarına son verileceğine, siyasi tutukluların affedilip salıverileceğine dair haberler kulaktan kulağa dolaşmaya başlamış [8] ve basında yeni hükûmete bu hususa dair mesajlar veren haberler çıkmıştır. Divân-ı Harbi Örfîlere ve buralarda yapılan yargılamalara dair, Tevfik Paşa Hükûmeti’nden arzu edilenler, Vakit Gazetesi’nde şöyle anlatılmıştır; “Divân-ı Harbler ile hapishane semtinden şiddetli bir haykırış yükseldi. Gazte sütunlarından ‘adalet!... adalet!’ sesleri çoğaldı.” [9]
Tevfik Paşa Hükûmeti, kamuoyunun ümitlerini teyit edercesine, hükûmet programına uygun hareket ederek ilk icraatını gerçekleştirmiştir. Adil olmayan kararlarla imza atarak masum vatanseverlerin idam edilmesinde rol oynayan Nemrut Mustafa Paşa, yeni kurulan Tevfik Paşa Hükûmeti tarafından azledilmiştir. Mustafa Paşa, Divân-ı Harbi Örfî Reisliği görevinden alınırken, onunla birlikte mahkeme kararlarına imza atan üyelerinde memuriyet vazifeleri sonlandırılmıştır [10].
Damat Ferit Paşa Hükûmeti, ittihatçılara, Kuvâ-yı Milliye’ye ve Ankara’ya destek olanlara karşı sözde mücadelesine Divân-ı Harbi Örfîleri alet etmiş ve haksız uygulamalarını Nemrut Mustafa Paşa eliyle gerçekleştirmiştir. I Nolu Divân-ı Harbi Örfî Reisi olan Mustafa Paşa, Nusret Bey’in yargılanması örneğinde olduğu gibi hukuksuz ve hileli kararların alınmasını sağlamıştır. Nusret Bey’in yargılanmasında mahkeme üyelerinin ortak aldığı ilk kararı kabul etmeyerek, üye değişikliğine gitmiş, yeni ve düzmece tanıklar bulmuş ve yeni bir duruşma yaparak ikinci bir karar ile Nusret Bey’e idam cezası çıkmasını temin etmiştir. Nemrut Mustafa Paşa, Kuvâ-yı Milliye’yi etkisiz hale getirmek maksadıyla, sözde Ermeni kırımını bahane ederek ulusal akımı destekleyenlere idam cezası vermek için her yolu denemiştir.
Bizim tarafsız bir tarihçilikle ve tüm bilinenlerle birlikte ortaya koymaya çalıştığımız tarihi vakaları ve yaptığımız değerlendirmeleri karşılaştırabilmek adına, Ermeni meselesine dair bizden farklı görüşlere sahip olan Fransız Ermeni tarihçi Raymond Kevorkıan’ın konumuza dair anlattıklarını paylaşmak istiyorum. Kevorkıan eserinde Damat Ferit Paşa’nın sadrazamlıktan azledilmesini ve göreve gelen Tevfik Paşa Hükûmeti’nin Divân-ı Harbi Örfî ile ilgili icraatlarını şöyle değerlendirmiştir;
“Sevr Antlaşması’nın imzalanmasına direnmeyen Damat Ferit Hükûmeti’nin düşmesi ve milli harekete yakın bir hükûmetin kurulması Divân-ı Harp’in yapısını kökten değiştirme ve aynı zamanda adaletin tehdit ettiği son sanıkları kurtarma imkanını doğurdu.” [11]
Kaynakça
[1] Hüseyin Alpaslan, Milli Mücadele Döneminin Mihenk Taşları, Gece Kitaplığı, Ankara, 2021, ss.81-91.
[2] Kuvayı İnzibatiye: Sivas Kongresi’nden sonra Mustafa Kemal başkanlığındaki Heyeti Temsiliye’nin; Anadolu’da yeni bir siyasal ve askeri güç odağı olarak ortaya çıkması, İngilizleri ve İstanbul Hükûmeti’nin Sadrazamı Damat Ferit’i telaşlandırmıştır. İngilizler ile iş birliği yapılarak desteklenen yerel ayaklanmaların sonuç getirmeyeceği ve Kuvâ-yi Milliye'yi bastıramayacağı anlaşılınca, düzenli bir askeri gücün oluşturulmasına karar verilmiştir. İstanbul Hükûmeti’nin 18 Nisan 1920 tarihli kararnamesinde; bu askeri gücün ismi ise, Kuvayı İnzibatiyedir. Bu güç “hilafet ordusu” olarak da tanımlanmıştır. bk. Alpaslan, a.g.e., s.87.
[3] İhsan Güneş, “Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Türkiye’de Hükümetler”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012, s.263.
[4] Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü III, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1995, s.220.
[5] Sarıhan, a.g.e., s.216.
[6] Ferudun Ata, İşgal İstanbul’unda Tehcir Yargılamaları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2017, s.274.
[7] Takvimi Vekayi, 5 Ekim 1920, nr.3977.
[8] Ata, İşgal İstanbul’unda Tehcir, s.276.
[9] Vakit, 24 Ekim 1920, nr.1033.
[10] Ata, İşgal İstanbul’unda Tehcir, s.276; Alemdar, 31 Ekim 1920, nr.673.
[11] Raymond Kevorkıan, Ermeni Soykırımı, çev. Ayşen Taşkent Ekmekçi, İletişim Yayınları, İstanbul 2015, s.1109.