Ahmet KÖPRÜLÜ'nün 27 Mart 2023 tarihli yazısı: "İktisatlı" olmak
Mezunları arasında yer aldığım İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, 1936 yılında kurulmuştur ve Cumhuriyet’in ilk iktisat fakültesidir. Türkiye’nin kamu ve özel sektör kuruluşlarına iktisatçı, işletmeci, maliyeci, planlamacı yetiştiren; iktisadi ticari ilimler akademilerine, sonrasında iktisadi ve idari bilimler fakültelerine çok sayıda öğretim görevlisi kazandıran İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde farklı tarih aralıklarında İşletme, maliye, ekonometri, çalışma ekonomisi ve endüstri ilişkileri, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler, yönetim bilişim sistemleri ve turizm işletmeciliği gibi bölümler açılmıştır. Ancak fakülteye ismini veren iktisat bölümü hem Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından önemli izler taşıyan tarihi hem de sözcük kökenindeki “iktisatlı olma”nın derin anlamı ile daha fazla öne çıkmaktadır.
Türkiye’de iktisat eğitimi, ilk kez Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane çatısı altında başladı. Mekteb-i Tıbbiyede, serbest dersler içerisinde bir iktisat dersinin okutulmasının öncülüğünü ise bir hekim olan Serandi Arşizen yaptı. Ancak 1860’lı yıllara kadar, iktisat bilimi, sağlıklı bir şekilde öğretilebileceği bir bilim yuvasına kavuşamadı. 1859 yılında, Mektebi-i Mülkiyenin kuruluşu ile birlikte, Türkiye’de iktisat eğitimi ilk kez bir bilim yuvasının eğitim-öğretim programında yer aldı. İktisat derslerine, daha sonraki yıllarda kurulan hukuk fakültesinin öğretim programlarında devam edildi.
Özellikle Darülfünundan üniversiteye geçiş aşmasında, hukuk fakültesi bünyesinde okutulan iktisat derslerini, Almanya’dan kaçan mülteci hocalar anlattılar. Wilhelm Röpke, Fritz Neumark, Alexander Rüstow, Gerhard Kessler, Alfred Isaac, Joseph Dobretsberger, Umberto Ricci isimli Alman hocalarla birlikte İbrahim Fazıl Pelin, Hüseyin Şükrü Baban, Ömer Celal Sarc ve Muhlis Ete isimli Türk hocalar da iktisat derslerini verdiler.
Fritz Neumark
1929 Dünya iktisadi krizinin etkisiyle, iktisadi buhranın aşılması için, iktisatçılar tarafından sağlıklı çözüm yolları aranmaya başlandı ve iktisadi gelişmenin sanayileşme ile hızlanacağı inancı, iktisat eğitiminin ayrı bir dalda yapılması ve gelişmesi zorunluluğunu beraberinde getirdi.
İktisat bölümünün, hukuk fakültesinden ayrılması ile ilgili rapor hazırlamak ise dönemin İktisat ve İçtimaiyat Enstitüsü Müdürü Profesör Fritz Neumark’a düştü. Neumark, Temmuz 1936’da raporunu İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne sundu ve hazırladığı raporda iktisat fakültesinin kurulmasını zorunlu olarak nitelendirdi.
Neumark raporunun ardından Atatürk’ün, “Amacımız artık savaş değildir, fetih değildir; barıştır, çalışmaktır. Siyasi ve askeri alandaki başarılar ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferlerle taçlandırılmazsa, kazanılan zaferler, sağlam ve kalıcı olamaz, netice hüsran olur” diyerek büyük önem verdiği iktisadi bağımsızlığın yeşereceği üniversite reformunun ilk adımı olarak Bakanlar Kurulu’nun 14121936 tarih ve 25719 sayılı kararnamesi ile İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi kuruldu.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinin kuruluşundan bugüne 87 yıl geride kaldı. 1929 ekonomik buhranının etkisini göstermeye başladığı yıllarda genç Türkiye Cumhuriyeti’nde iktisatçı yetiştiren bir okula duyulan ihtiyacın ortaya çıkarttığı iktisat fakültesinin amblemi, çalışkanlığın ve “tasarruf”un simgesi olan karıncadır. İktisat fakültesinin dünyaca ünlü eşsiz bir manzaraya sahip kütüphanesinde Hitlerden kaçan Alman hocalar tarafından İstanbul’a getirilen çok değerli Almanca kitaplar da hâlen korunmaktadır.
İktisat, Arapçadaki “kast” sözcük kökünden türetilmiştir. Batı dillerinde “iktisat”ın karşılığı olarak “ekonomi” sözcüğü kullanılır. “Ekonomi” sözcüğünün aslı ise Yunancadaki “oikus” (ev) ve “nomos” (yönetim) köklerinin birleşmesinden “Oikonomia” (ev idaresi yönetimi) oluşmaktadır. Amerikalı İktisatçı Paul A. Samuelson iktisat ekonomiyi, “Farklı malları üretmek ve toplumdaki farklı gruplar ve kişiler arasında şimdi veya gelecekte tüketilmek amacıyla dağıtmak için insanlar ve toplumun kıt kaynaklarını nasıl kullandıklarını incelemek” olarak açıklamaktadır.
İktisat ekonominin ikinci anlamı ise daha “günlük”tür ve halk tarafından “iktisatlı olma”, “ekonomik davranmak” anlamlarında sıklıkla kullanılır. İktisadın ilk tanımında hep karşılaştığımız “kıtlık” kavramı, alternatif kullanım alanlarına sahip kıt kaynaklar ile amaçlar arasındaki ilişkinin incelenmesi yönüyle de iktisada önemli yorumlar kazandırmıştır. 1998 yılında Nobel Ekonomi Ödülü alan Hint ekonomist Amartya Sen, gerçekte kıt olanın ürünler ya da üretim faktörleri değil para olduğunu, kıtlığın nedeni olarak kâr amaçlı ekonomik sistemin gelir dağılımında adaleti sağlayamaması sonucu paranın ekonomik sistem tarafından zenginlerin elinde toplanmasını eleştirmiş ve sağlıklı bir gelir dağılımı sistemini ortadan kaldırmadığı sürece bir toplumdaki gayrisafi milli hasıla artışının o ülkede yaşanan kıtlık düzeyini ve ülkede yaşayan insanların gerçek refah düzeyini yansıtmayacağını savunmuştur.
İktisadın ikinci anlamı; “iktisatlı olma”, aşırı ve gereksiz harcamalardan kaçınmayı, tutumlu olmayı tanımlar. Britanyalı İktisatçı John Maynard Keynes’in, “Eğer bir kişi tasarruf yapmaya başlarsa bu, kişinin zenginleşeceği anlamına gelmektedir. Ancak bir toplumdaki tüm kişiler tasarruf yapmaya başlarsa o zaman bu durum toplumda daha az mal üretilmesine neden olacak ve toplumun fakirleşmesine sebep olacaktır” şeklinde özetlenebilecek tasarruf paradoksuna düşmemek, ekonomik hayatı canlı tutmak için eskiden beri kapitalist ekonomilerde tüketim hep aşırılık düzeyinde teşvik edilir.
Günümüz gerçekliğinde dünyadaki kaynakların giderek kıtlaşması, tarihimizde, geleneklerimizde, kültürümüzde yüzlerce yıldır var olan “iktisatlı olma”yı daha fazla öne çıkartmaktadır. Eğer ticari hayatın, ekonomik ve sosyal hareketliliğin gelecek kuşaklara kalmasını arzuluyorsak “tüketim” ve “tasarruf” arasında en uyumlu dengeyi kurmalıyız. Bu noktada gelecek nesillere olan sorumluluğumuz gereği, sonsuz insan istekleri karşısında kıt kaynaklarda daha fazla tasarrufa yönelmek zorundayız.