Mehmet KÜÇÜKEKEN'in 29 Haziran 2024 tarihli yazısı: Koltuk Sevdası

Makam, “Ayaküstü durulacak yer, ikametgah, mertebe, mevki” gibi anlamlara gelmektedir.
 
Mevki: olayın meydana gelme, vuku bulma yeri anlamındadır. 

Bunların her ikisi de Arapça kökenli olup “ism-i mekan” tabir edilen ve mekan ifade eden isimlerdir. Ancak terim olarak bu iki kavrama birbirinden farklı anlamlar yüklenmiştir. 

Siyaset, yönetim, tasavvuf, müzik gibi birçok alanda kullanılan “makam” kelimesinin çeşitli anlamları olmakla beraber, toplumsal yönüyle, “insanları yönetmeğe ilişkin oluşturulan, belli bir hükmetme alanı bulunan sosyal olgu ve konum” demektir. Bu anlam kastedildiğinde, genelde “Mevki” kavramıyla birlikte kullanılır. İnsanın hırs derecesinde düşkün olduğu konumlardan biri “makam”dır. 

“Yeryüzünün halifesi” fıtratıyla yaratılan insana, bunun için gerekli donanımın verilmesi, makam ve mevkiye olan hırsında önemli bir etkendir. 

İnsanın doğasında güç, statü ve prestij arayışı yatar. 

Toplumsal hayatın her alanında, özellikle de siyaset ve iş dünyasında, "koltuk ve makam sevdası" olarak adlandırılan bu güç arayışının kamuda ve sivil toplum kuruşlarındaki yansıması özellikle liyakat kavramı dikkate alınmadan ortaya çıkar. Hatırlı kişi, bedel ödemek, diyet borcu, biat kültürü, kayıranları kayırma, destek olanlara destek verme, gruplaşarak birlikte hareket etme gibi uzayıp giden listede yetki ve makam kullanımı, emir vaki, hukuki sınırların zorlanması, yasal boşluklardan faydalanma, dışarıdan atama gibi resmiyet taşıyan yollardan torpil, iltimas derecesine varabilecek derecede girişimlerle olmaktadır.

Koltuk ve makam sevdası, bireylerin belirli bir pozisyon veya mevkiyi elde etme ve bu mevkide kalma arzusu olarak tanımlanabilir. Bu arzu: azim, çalışma, bilgi, emek, hedef koyma, projeleri hayata geçirme, insanlığa ve yaşama pozitif kaktı sağlama gibi kişisel ve toplumsal amaçlar için olumlu sonuçlar doğurabileceği gibi, makamın nimetlerinden faydalanma, yandaş olanları bu nimetlerden haksız olarak faydalandırma, makamın yetki ve itibarını kişisel ego ve amaçlar için kullanma faaliyetleri ile de bireyler, toplum ve kurumlar üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. 

Mevki sahibi olmak, bireylere toplumsal prestij ve saygınlık kazandırır. Yüksek bir pozisyon, kişinin toplum tarafından daha fazla değer görmesini ve itibar kazanmasını sağlar. Bu da bireylerin koltuk ve makam sevdasını artır. Yüksek mevkiler, genellikle daha yüksek maaş ve maddi kazançlar anlamına da gelir. Bu ekonomik avantajlar, bireylerin belirli bir koltuk veya makamı elde etme hırsını daha da artırır. Bu yolda etik olmayan, kanun dışı sayılabilecek, insan onuruna ve şerefine yakışmayan yollara da başvuranlar yok değildir bireysel ya da örgütlenmiş olarak.

Sınavlarda üç yanlışın bir doğruyu götürdüğü, boş bırakmanın hiçbir işe yaramadığı ortamda, bütün bir eğitim geçmişini yok sayarak yanlışların doğru üzerindeki etkisinin ölçüldüğü bir sistemde nasıl olsa olan sadece doğruya oluyorsa; dernek, vakıf, şirket, ortaklık, parti gibi birlikte hareket edilen yapılarda ve yol ile dava arkadaşlığında gruplaşmalar, çıkar ilişkileri, yanlış kişilerin kendi arasındaki örgütlenmeleri maalesef iyi insanları götürüyor. Çekimser kalanlar ise sınavlardaki boş bırakılan şıklar gibi yanlışa hizmet ediyor. Sonuçta ise ceremesini bütün taban, üyeler ve bu teşkilatlanmayı ya da ittifakı kuranlar çekiyor misliyle ve de yürekleri yanarak. Derler ya: ‘’Doğrunun yardımcısıdır Allah!’’ ve ‘’İyiler kaybetmez, kaybedilir.’’

Makam ve koltuk sevdası uğruna kurulan bu tiyatro sahnelerinde oynanan konu başlıksız çıkar oyununa sadık kalan şakşakçılara, yalakalara, yancılara ve fedailere payları verilmiyor değil tastamam. Sana verileni olduğu gibi kabul et, sana verilen rolde kal ve ses çıkarmadan yolumuzda devam et. Karşılıklı menfaat ilişkilerine dayalı bu durumu sadakat kelimesi ile açıklayamayız çünkü sadakat içten gelir ve karşılık beklemeden yapılır.

Makam sahibi olmak da nedir?

Liyakati olmadan ve hak ederek gelinmeyen gerçek makam sahiplerinin refüze edildiği ballı börekli, çift ya da çok maaşlı, yağlı huzur hakkı alarak, konforlu bir ortamda rahat koltuğunda makamın verdiği güç ve yetki ile astlarının süslü kelimelerle seslendiği  ‘’Başkanım!’’, ‘’Müdürüm!’’, ‘’Amirim!’’ atmosferinde büyülenmiş şekilde iş yapmak ya da iş yaptığını sanmak ne kadar da acı bir durumdur. Hele bu makam sahipleri bir de bunun farkında değilse ve etrafındaki topluluk da kabullenip istifa etmesi için ses çıkarmıyorsa bu daha da içler acısıdır.

O zaman istifa etmeyip, bulunduğu durumun nimetlerinden istifade etmesi de kimse tarafından yadırganmamalı zannımca.

Normalde makam olarak gördüğümüz fiziki durumlar gerçek anlamda makam olmayıp daha alt bir sırayı ifade eden bir basamaktır. Makam sahibi için de aynı durum geçerlidir.

“Makam, insanın yükseldiği basamak değil, insanın yükseldiği değerlerdir.” Aliya İzzetbegoviç

Makam tasavvuf terimi olarak; ahlak ilkeleriyle sülukün mertebelerini ifade eder. Ve bu makamların sayısı seyirde yüz adedi bulur.

Tasavvufta tövbe hem ilk, hem de son makamdır. 

Makamların ahlaki olgunluğa ermedeki aşamalar sayıldığı tasavvufta her makamın belli nitelikleri, gerçekleşme şartları, hikmetleri ve hükümleri, bunlara uygun olarak gerçekleştirilen bir makamın da belli sonuçları vardır. Manevi yolculuğa çıkan kişinin makamlardan bir veya birkaçına ulaşması ölünceye kadar bu makama sahip olacağı anlamına gelmez. Kazanılan makamların kaybedilmesi mümkündür.
Makam sahibi olmak: ahlaki ve insani değerlere sahip olmakla birlikte, helal dairesinde kalarak, istikamet üzere olmak, hak ve hukuku gözeterek, çalışarak ve emek vererek, iyilik ve ihsanda bulunarak yola çıkmak ve dahi tövbe kapısından tüm kötü geçmişinden arınarak girmekle olur. 

Her türlü çetrefilli işler ile meşgul olmak ve doğru olmayan yollarda bulunmak perspektifinden bakıldığında gerçek manada makam sahibi olunmaz.

Peki, makam ve mevki bedelsiz olabilir mi?

Her nimetin bir külfeti olduğu asla unutulmamalıdır.

Hz. Ömer’e:

“Senden sonra oğlun Halife olsun!” denildiğinde, verdiği karşılık, hepimiz için ibretlik bir uyarıdır. 

Demiştir ki:

 “ Bir evden bir kurban yeter!”

Makam ve mevki düşkünlüğü büyük bir afettir. 

Recaizade Mahmut Ekrem "Araba Sevdası" adlı romanında, Tanzimat döneminde Batılılaşma hareketinin getirdiği değişimlerin toplumsal ve bireysel düzeydeki etkilerini ele alır. Bireylerin yüzeysel bir şekilde batılı yaşam tarzını benimsemelerinin getirdiği trajikomik sonuçlar ve geleneksel değerlerden kopmanın yarattığı içsel çatışmalardır. Bihruz Bey’in yaşadığı hayal kırıklıkları ve toplumsal uyumsuzluk, batılılaşmanın getirdiği yanlış anlayış ve uygulamaların eleştirisini ortaya koyar. 

Roman, bireylerin kendilerini ve toplumsal değerleri tanımadan, sadece dış görünüşe ve gösterişe dayalı bir yaşam tarzını benimsemelerinin yanlış olduğunu vurgular.

Günümüzde bu durum, makam sahibi olma arzusunun zirveye ulaşması ile ‘’Koltuk Sevdası’’na dönüşmüştür. Birkaç yerden maaş ya da huzur hakkı alınan ister kamuda, ister özel şirkette istersen de bir sivil toplum kuruluşunda olsun fark etmez. Hele bir de makam odasının olduğu, makam aracının olduğu, el pençe divan duranların pek çok olduğu bir statüde olursa: ‘’Gel keyfim, gel!’’ diye kim demez ki?

“Makam, insanın değil, insanın hizmet ettiği işin makamıdır.”  Mustafa Kemal Atatürk

Koltuk ve makam sevdasının yönetimi, güçlü bir kurumsal kültür, şeffaf ve adil değerlendirme süreçleri, eğitim ve gelişim programları ve açık iletişim mekanizmaları ile mümkündür. Bu sayede, bireylerin ve kurumların başarıya ulaşması ve etik değerlerin korunması sağlanabilir.
Değerini ve gücünü makamlardan alan değil, kişilik, karakter ve donanımları ile makamlara değer katanlara selam olsun!