Sedat SADİOĞLU'nun 23 Mayıs 2024 tarihli yazısı: Kur’ani Bazı Bilgiler

Gören Göz – 68/1: Allah’a Yardım Etmek (!)

Bir âlimimizin, aşağıdaki ifadelerini yazdıktan sonra, fark edilemeyen bir ayrıntıdan bahsedeceğim. Âlimimiz şöyle diyor;

“İnsan, kaderini belirlemede Allah’a yardım etmelidir!”

Yukarıdaki bu inanış, Hıristiyanlığın inanç temelini oluşturuyor. Hıristiyanlıkta, insanlar iyi şeyler yaparak, kötülüğü savarlar. Bu hareketleri ve gayretleri ile (güya!) Allah’a yardımcı olurlar! Hatta Allah’ı desteklemiş olurlar! Oysa burada kastedilenin, insanın kendisine doğru bir yaşam için yol haritası çizmesi, hataya düşmemesi, Allah’ın öğretilerinden farklı yollara sapmaması anlaşılmalıdır. Yani insan, aslında kendisine yardımcı olmaktadır. Bu, dünyadaki kaderi için, hataya düşmemesi için ve öbür dünyadaki hesabının kolay görülebilmesi için de böyledir.

Yüce Allah(c.c.), zaten her şeyin ana hatlarını belirlemiştir. Neden kendi yarattığı aciz bir kulundan yardım istesin? Bu olsa olsa kendisine “zorluk çıkartmaması” için anlaşılmalıdır. Aksi halde, bu açıklama, Allah’ın kaderi belirlemede (hâşâ!) bir takım aciziyeti var anlamına gelir ki, bu tür açıklamalar kabul edilemez. Allah’a yardım etmek, aslında ‘İslâm’a yardım etmek’tir.  Benzer açıklamalardan örnek ayetler aşağıda verilmiştir;

“Ey iman edenler! Allah’ın (İslâm’ı anlamada, yaşamada, yaymada ve daim kılmada) yardımcıları olun. Nasıl ki Meryem oğlu İsa da havarilere, «Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?» demişti. Havariler de, «Biz Allah’ın yardımcılarıyız» demişlerdi. Bunun üzerine İsrailoğulları’ndan bir kesim inanmış, bir kesim de inkâr etmişti. Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.” (Saff Suresi, 14.Ayet)

“Onlar sırf, «Rabbimiz Allah'tır» dedikleri için yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çokça anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler her halde yerle bir edilirdi. Allah, kendisine (İslâm’ı anlamada, yaşamada, yaymada ve daim kılmada) yardım edene elbette yardım eder. Allah elbette Kavî (kuvvet sahibi) ve Aziz’dir (sevgide üstündür).  (Hacc Suresi, 40.Ayet)

“Ey iman edenler! Eğer siz, Allah’ın davasına (İslâm’ı anlamada, yaşamada, yaymada ve daim kılmada) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder, ayaklarınızı İslâm’ın hakkını koruma yolunda (ve sizin faydanıza) sağlam tutar.” (Muhammed Suresi, 7.Ayet)

Sonuç : Allah(c.c.), kendi dinine yardım ettiğimizde, bize yardım edeceğini vaat eder. Peki, biz İslâm’ın yüceltilmesi için ne yapıyoruz? İslâm’ı hayatımızda yaşıyor muyuz? İslâm’ı tebliğ ve (örnek olup) temsil edebiliyor muyuz? Yaşadığımız coğrafyadan kaynaklanan ve kök olarak İslâm gibi görünen ancak, büyük oranda hurafeyle dolu olan kavmi/ulusal/geleneksel dini anlayışlarımızı bırakarak, Allah’ın ve Resulullahın razı olduğu, selef-i salihinin bize miras bıraktığı gerçek İslâm dinini ne kadar biliyor ve yaşıyoruz? Biz, önce elimizden geleni yapmalıyız. Kendi özel hayatımızda, eşimizle, çocuklarımızla, İslâm’ı yaşama ve temsile gayret göstermeliyiz. Çevremizdeki insanlara çalışkanlığımız, doğruluğumuz, nezaketimiz, güler yüzümüz ve güzel ahlakımızla örnek olmalıyız. Elimizden gelenleri yapmalıyız ki, yapamadıklarımızı da (özellikle ilim ve zihin açıklığını) Allah’tan istemeye yüzümüz olsun.

“Yüce Allah(c.c.) Müslümanları, bilinçli olan, çok okuyan ve doğruları korkmadan sorgulayan kullarından eylesin Amin!”

Gören Göz – 68/2: Akif ve Kur’an

Kur’an’ı Tercüme Çalışmaları: İstiklâl Madalyası ile ödüllendirilen Milli Şairimiz Mehmet Akif (Ersoy), 1922 yılında sağlık gerekçesi ile milletvekilliğinden istifa etti. 1923 yılında yakın arkadaşı, Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi üzerine kendisini güvende hissetmedi. Bir süredir kendisini Mısır’a davet eden, Mısır Hıdivi Abbas Halim Paşa’nın davetine uydu ve kışlarını Mısır’da geçirmeye başladı. (Onun ülkeden ayrılışını 1924’te Halifeliğin kaldırılması veya 1925 yılında çıkarılan Şapka Kanunu ile açıklayanlar vardır) Akif, Mısır’a gitmeden önce Kur’an’ın mealini hazırlamak için Diyanet İşleri Başkanlığı ile anlaşma imzalamıştı. O yıllarda Kur’an çevirisini yapabilecek kişi olarak görülüyordu. Türkçe tercüme işine kesinlikle yanaşmayacağı anlaşılınca, bir Kur’an’ı Kerim meali yazmak hususunda güçlükle razı edildi.

En ünlü eseri Safahat 1924 yılında Türkiye’de basıldı. Birkaç sene yazları İstanbul’da, kışları Mısır’da geçiren Mehmet Akif, 1926 kışından sonra ülkeye dönmedi. Kahire yakınlarındaki Hilvan’a yerleşti. Burada adeta inzivaya çekilerek Kur’an meali üzerinde çalışmayı sürdürdü ancak Türkiye’de ulusal din projesinin (Türkçe ezan-ibadet) hayata geçirilme projesini öğrenince kendi çalışmasının bu projede kullanılmasından çekinerek 1932’de mukaveleyi feshetti. Diyanet İşleri Başkanlığı da hem tercüme, hem yorumlama işini Elmalılı Hamdi Yazır’a verdi. Akif, kendi yazdıklarını dostu Yozgatlı İhsan Efendi’ye teslim etti ve ölür de gelmezse yakmasını nasihat etti. Mehmet Âkif, Mısır yıllarında Kur’an çevirisinin yanı sıra Türkçe dersleri vermekle meşgul olmuştu. Kahire’deki “Câmiat-ül Mısriyye” adlı üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi (1925-1936).

Türkiye’ye Dönüşü ve Vefatı: Siroz hastalığına tutulunca hava değişikliği iyi gelir düşüncesiyle önce Lübnan’a, sonra Antakya’ya gitti fakat Mısır’a geri döndü. 17 Haziran 1936’da tedavi için İstanbul’a döndü. 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Edirnekapı Mezarlığı'na gömüldü. Cenazesine resmi bir katılım olmadı, ancak büyük bir üniversiteli genç topluluk katıldı. Mezarı iki yıl sonra, üniversiteli gençler tarafından yaptırıldı.

Akif’in Müslümanlık Anlayışı:

Müslümanlık nerede? Bizden geçmiş insanlık bile

Âlem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nafile!

Kaç Müslüman gördümse, hep makberde

Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerde!

(Yakın dostlarının öldürülmesi sonrası yazılmıştır ve “Safahat”de yer almaktadır.)

Akif’in Hadis Anlayışı:

Nebi’ye atf ile binlerce herze uydurdun! (herze: saçma söz)

Yıktın da din-i Mübin’i, yeni bir din kurdun!

(Kur’an çevirisi sırasında okuduğu uydurma hadislerin çokluğunu gördükten sonra yazılmıştır ve “Safahat”de yer almaktadır.)

Akif’in İstiklâl Marşı’nı Yazması:

Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey'in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Bey, kendisini ulusal marş yarışmasına katılmaya ikna etti. Konulan 500 liralık ödül nedeniyle başlangıçta katılmayı reddettiği bu yarışmaya, o güne kadar gönderilen şiirlerin hiçbiri yeterli bulunmamıştı. En güzel şiiri Mehmet Âkif'in yazacağı kanısı mecliste hâkimdi. Mehmet Akif'in yarışmaya katılmayı kabul etmesi üzerine kimi şairler şiirlerini yarışmadan çektiler. Şairin orduya ithaf ettiği İstiklâl Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye'de yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17.45'te ulusal marş olarak kabul edildi. Âkif, ödül olarak verilen 500 lirayı Hilâl-i Ahmer (Şimdiki Kızılay) bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dar’ül Mesai Vakfı’na bağışladı.
 

Bir Şiir: MEHMET AKİF

‘Gölge gibi yaşadım’ dese de

Herkesi gölgede bırakan asıl O’dur

Hayatı destan gibi sanki bir efsane

Onu ne kadar yâd etsek azdır

Hep doğruyu söyledi, hep gerçeği

Vatanseverliğin, hürriyetin bayraktarıdır

Savaşı yaşadı, zor günleri

Onun gibi kahramanlar azdır

Ne güzeldir gençliğe bakışı

‘Asım’ın nesli’ en büyük hayalidir

Dergiler çıkardı kitaplar, şiirler yazdı

Safahat’ı bir kez okumak azdır

Haykırdı, Türk milleti ezberledi, söyledi

Her mısrası millet olmanın şuurudur

Severiz bayrağı, vatanı, Mehmet Akif’i

İstiklal Marşı’nı ne kadar okusak azdır …… Vedat Sadioğlu (Yüreğine sağlık….)

“Ey Rabbimiz! Bizi, inkâr edenlerin zulmüne uğratma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Şüphesiz Sen mutlak güç, hüküm ve hikmet sahibisin.  (Mumtehine Suresi, 5.Ayet)

(NOT: Altmışsekizinci bölümün sonu…)