Utku KABAKCI'nın 19 Ocak 2024 tarihli yazısı: Bir İlişkiler Ağı Ürünü Olarak İnsan

Bireyin keskin sınırlar çizip bütünüyle kendisini dış dünyadan gelen iletilerden izole ederek varlığını sürdürebilmesi mümkün değildir. Birey hem kendi ördüğü hem de kendi varlığından da önce örülmüş olan ilişkiler ağı üzerinden edindiği rollerine uygun performansları sergileyerek ömrünün sonunu getirir. Şüphesiz talep edilen davranış biçimlerinin dışına çıkılan durumlar da olur. Ancak bu davranışlar, anlamlandırılamadığı için anormal olarak etiketlenerek dikkate değer olmaktan çıkartılır.

İnsan, kurduğu ilişkiler ağı üzerinden kimlik sahibi olabilir. Çünkü başkasının olmaması, “Kimsin sen” sualinin de olmaması ve kimliğin işlevsizleşmesi anlamına gelir. Kurulan ilişkiler ağı, bireye hem özel hem de iş yaşamında kim olduğunu işaret eder. Bu yüzden de bireyin özünde kim veya ne olduğundan ziyade başkalarıyla kurduğu ilişki biçimleri daha belirleyici olur. İnsanın özünde kim veya ne olduğu sualine mutlak bir yanıt verilebilmesinin mümkün olup olmadığı, tartışmaya fazlasıyla açık bir husus olsa da zaten bireyin ilişkiler ağından kopartılarak incelenmesinin imkânsızlığı sebebiyle zihinlerimizi ancak felsefi düzeyde meşgul edebilir.

Bireyi çizen, meydana getiren şey, diğerleri ile kurduğu iletişim ve ilişki ağıdır. Sözünü ettiğim ilişkiler ağı, bizleri; baba, anne, kardeş, sevgili, eş; akademisyen, doktor, avukat, işçi yapan şeyin tam da kendisidir. Ancak farklı ortam ve koşullarda farklı kişilerle kurulan her iletişim ve ilişki biçimi kendine özgü olduğundan her defasında yeni bir “ben” doğar. Yani ilişkiler ağı içerisindeki “ben” değişmez,  dönüşmez değildir. Aksine sürekli bir inşa hâlinin içindedir.

Nasıl göründüğü, kim olduğu sorularının peşine düşen insan; yansımaya, aynaya yani başka bir insana ihtiyaç duyar. İnsan, insana ayna olur. Fakat burada ıskalanmaması gereken şey, ortaya çıkan imgenin, gösterilenin (tanımlanan insanın) kendisinden çok gösterenin (tanımlayan insanın) zihnindeki karşılık olduğudur.