Hüseyin ALPASLAN'ın 18 Temmuz 2024 tarihli yazısı: Emrinizdeyim Paşam
Mustafa Kemal Paşa, Doğu Karadeniz ve bağlantılı illerde asayişi düzeltmek, olayları yatıştırmak, silahları toplamak ve kurulan cemiyetleri kapatmak üzere Sadrazam Damat Ferit tarafından 9’uncu Ordu Müfettişi olarak resmi görevle atanmış ve 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmıştır.
Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıktığında ulusal bir direnişi başlatma fikrini tasarlıyordu[1]. Bu fikrini uygulamaya geçirmek maksadıyla kendinden önce Anadolu’ya gönderilen orduda görevli komutanlarla görüşerek ortak kararlar almış, İstanbul’dan ayrılmadan önce de istihbarat ağının önemli bir bölümünü oluşturmuştur.
Mustafa Kemal, büyük yetkilerle çıktığı Samsun’da devlet makamının kıymetini biliyor ve elde ettiği yetkilerin ordu ve halk üzerinde yapacağı etkiyle Anadolu’da Ulusal Kurtuluş Mücadelesini örgütleyerek planladığı hedeflerine ulaşmak istiyordu[2]. İyi bir asker olmasının yanı sıra, siyasi becerilerini kullanarak hem İstanbul’u oyalıyor hem de Millî Mücadele’yi başlatmak için çalışmalara girişmişti. Anadolu’da milli heyecanın alevlenmesinin yeni işgallere yol açacağından korktuğunu söyleyen Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa, İngilizlerin baskısıyla 30 Mayıs’ta Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf göndererek yurdun birçok yerinde işgallere karşı yapılan mitingleri durdurmasını emretti. Mustafa Kemal Paşa, Harbiye Nazırına 30 Mayıs ve 03 Haziran’da çektiği telgraflarda şöyle cevap verir; “İtilaf Devletleri’nin Türk milli izzetinefsine tecavüzlerinden dolayı tezahürat meşru ve heyecan umumidir…Milletin heyecanını ve milli tezahüratı men ve tevfik etmek için hiç kimsede kudret ve takat göremem!” [3]
Mustafa Kemal, yurdun her yerinde mitingler yapılması için Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerini telgrafla teşvik ederken, Hristiyanlara eziyet ediliyor şeklinde işgal güçlerine gerekçe ve fırsat vermemek için rahatsız edici tavır ve davranışlarda sakınılmasını istemiştir. Ancak bölgede istihbaratını yoğunlaştıran İngilizler, Mustafa Kemal’in niyetini anlamışlar ve İstanbul’a derhal geri dönmesi veya görevinden azledilmesi için Padişah’a ve Sadrazam’a baskı yapmaya başlamışlardır.
Harbiye Nazırı, 11 Haziran’da Mustafa Kemal’e İstanbul’a dön emrini gönderdiğinde, Millî Mücadeleyi destekleyen Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa, Harbiye Nazırına dön emrinin gerekçesini sormuş ve aldığı cevap “İngilizler celp buyurulmasını istedi” şeklinde olmuştur. İngilizlerin baskısı ve İstanbul Hükûmeti’nin tutumu üzerine Mustafa Kemal zaman kazanmaya çalışmıştır. Kazım Karabekir ile mevcut durumu telgraf üzerinden konuşan Mustafa Kemal, milletin hukukunu ve istiklalini sağlamak için gerekirse milletle beraber çalışmak gerektiğini söylemiştir.
18-22 Haziran 1919 tarihlerinde Amasya’da en güvendiği arkadaşlarıyla toplantı yapan Mustafa Kemal için artık İstanbul kesin kararını vermiştir. İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe, 20 Haziran’da Mustafa Kemal’i görevden alma kararı veren İstanbul Hükûmeti’ne gönderdiği gizli telgrafta “Mustafa Kemal, Erzurum ve Sivas’ta Padişah’ın iradesine aykırı kongreler düzenliyor. Padişah’ı ve hükumeti destekleriz ancak herhangi bir ihtilale karşı çıkacağız” diyerek Amasya’da bulunan 9’uncu Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa ve Konya’da bulunan 2’nci Ordu Müfettişi Cemal Paşa’nın geri çağrılmalarını istiyordu[4].
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 7’nci maddesi gereği İtilaf Devletleri’nin kendi güvenliklerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkarsa herhangi bir stratejik noktayı işgal etme hakkı bulunuyordu. Yine aynı antlaşmanın 24’üncü maddesine göre; Ermenilerin yoğun yaşadığı Vilayet-i Sitte adı verilen Van, Elâzığ, Diyarbakır, Sivas, Bitlis ve Erzurum illerinde karışıklık çıkarsa İtilaf Devletleri’nin bu illerin herhangi bir bölümünü işgal etme hakları vardı.[5]
Mondros Ateşkes Antlaşmasının 7 ve 24’üncü maddeleri yurdu kurtarma çabasında olan Türk Milliyetçilerini endişelendirmekteydi. Ermenilerin doğu illerine göz diktiği ve Ermenistan kurma hayalleri peşinde oldukları herkes tarafından biliniyordu. Bu kaygı verici durum Mustafa Kemal’in ve ulusal akım önderlerinin hepsinin yazışmalarında önemli bir yer tutmuştur. Doğu illerinin işgali ile oluşacak tehlikeli durumun önceden önüne geçebilmek maksadıyla Amasya’da yapılan toplantıda milli mücadelenin ilk kalesi olan Erzurum’da bir kongre yapılmasına karar verilmiştir.
Erzurum; özellikle Osmanlı-Rus Savaşları’nda ve Birinci Dünya Savaşı’nda çok acılar çekmiş bir Türk şehriydi. Rus işgali ile Ermenilerin yaptığı katliamların üzerinden henüz 2 yıl bile geçmemişken şimdi de İngiltere ve Amerika’nın Ermenistan fikrini desteklemesi üzerine Erzurum halkını korku, endişe ve öfke sarmıştı. Aralık 1918’de İstanbul’da, 19 Mart 1919’da ise Erzurum’da kurulan “Doğu İlleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” ileri gelenlerince; 30 Mayıs 1919 tarihinde Mustafa Kemal ve Türk Milliyetçilerinin diğer önderlerine gönderilen mektup ile doğu illerinin Ermenilere bırakılacağına dair kesin bilgiler elde edildiği, Ermeni zulmü altında mahvolmamak için iş birliği yapılması gerektiği bildirilmiştir[6].
Amasya’da 18 Haziran’da başlayan görüşmeler 22 Haziran’a kadar sürmüştür. Görüşmelerde açık ve gizli kararlar alınmıştır. Açık alınan karar ile Ulusal direnişi başlatmak, gerekirse Anadolu’da geçici bir yönetim kurmak üzerine mutabakat sağlanmıştır[7]. Amasya Genelgesi ile 10 Temmuz’da Erzurum’da bir kongre toplanması kararı duyurulmuştur. 27 Haziran’da Amasya’dan Sivas’a gelen Mustafa Kemal Paşa’ya 30 Haziran’da Padişah Vahideddin tarafından “İstediği bir mahalde hava değişimi yapması” önerilmiştir. Ancak; her ne olursa olsun Türk Milletini bağımsızlığına kavuşturma davasından asla vazgeçmeyecek olan Mustafa Kemal, yolundan dönmeyerek Erzurum’a hareket etmiştir.
Mustafa Kemal Paşa 3 Temmuz’da Erzurum’a kentin İstanbul kalesinden girdiğinde büyük bir coşkuyla karşılandı. Mondros Ateşkes Antlaşması’nın ardından Kars ve Ardahan Ermenilere verilmiş, Karadeniz’de kurulması planlanan ve Erzurum’un sınır komşusu olması ihtimali olan Pontus Devleti kurma çabaları da ortadadır. İşgal ile Ermeni ve Pontus tehlikeleri karşısında, çileli Erzurum halkı korku ve kaygı içerisinde bulunurken Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal ile Rauf Bey ve Kazım Karabekir’e birer kurtarıcı gözüyle bakıyor ve bağımsız kalma umut ve inançları körükleniyordu.
Mustafa Kemal Paşa Erzurum’da temaslara ve bilgi edinme çalışmalarına başladıktan iki gün sonra Erzurum Kalesi Muhafızlığına ait bir binada gece yarısı gizli bir toplantı yaptı. Toplantıda şunlar bulunuyordu; 15’inci Kolordu Komutanı Kazım Karabekir, Hamidiye kahramanı Rauf Bey, Erzurum Valisi Münir Bey, Süreyya Bey, Mustafa Kemal’in kurmay başkanı Kazım Bey, Kurmay Binbaşı Hüsrev Bey, Doktor Binbaşı Refik Bey ve Mazhar Müfit[8].
Mustafa Kemal Paşa’nın toplantıda yaptığı açılış konuşmasında söyledikleri özetle şöyledir[9];
“- İtilaf Devletleri ülkemizi paylaşmaya ve yok etmeye karar vermişler. Bu kararlarını yerine getirmek için her şeyi yapıyorlar. İstanbul hükumeti miskince bu zillete boyun eğmekte, Padişah ise saltanat ve makamı mahfuz kalmak kaydıyla her şeye razı görünmektedir.
- Millet ıstırap ve perişanlık içerisindedir. Geleceğinin ne olacağını bilmemekte, memleketi kurtarmak için yurdun çeşitli bölgelerinde cemiyetler kurmaktadır.
- Ordu yorgun, ancak bitkinliğine rağmen vatanın bölünüp yutulduğunu görerek çareler aramakla meşguldür.
- Ülke şu anda üç fikri tartışmaktadır:
a) İtilaf Devletleriyle baş edemeyiz, uysal ve fedakâr davranmalıyız.
b) Padişah’ın etrafında toplanarak, Padişah ve Halife için hükümranlık haklarının tanınacağı bölgede Osmanlı Devleti ikame ettirilmelidir.
c) Osmanlı Devleti’nin paylaşımı kararlaştırılmış ve kaçınılmaz bir durumda olduğuna göre ırk ve bölge özelliklerine önem vererek kurtuluş çareleri aranmalıdır.”
Mustafa Kemal Paşa toplantıda durumun genel hatlarını çizdikten sonra gür bir sesle o halde ne yapmalıyız diyerek çarenin ne olduğuna dair şu sözü söylemiştir; “Arkadaşlar, tek tedbir: Hakimiyet-i Milliye’ye dayanan kayıtsız şartsız müstakil bir Türk Devleti teşkil etmek ve bu hedefe kesinkes ulaşmak olmaktır” [10].
5 Temmuz’da tekrar İstanbul’a çağrılan Mustafa Kemal Paşa, 7 Temmuz’da bir genelge yayınlayarak illerde idari yetkilerin kolordularda toplanmasını, haberleşme kanallarının denetim altına alınmasını istemiştir. Genelgenin amacı; İstanbul Hükûmeti’nin Anadolu üzerindeki faaliyetlerini engellemek, orduların dağıtılmasını önlemek, silah ve mühimmatı korumaya almaktır. Artık, Millî Mücadelenin sivil ve askeri teşkilatlanması kurulmuş ve önderi de Mustafa Kemal’dir.
7/8 Temmuz gecesi yaşananlar, ulusal mücadelenin dönüm noktalarından birisidir. Mustafa Kemal Paşa Yıldız Sarayı’ndan telgraf başına çağrılarak İstanbul’a dönmesi istenmiştir. Mustafa Kemal’in ret cevabı üzerine görevine son verildiği bildirilmiştir. Ancak görevinin resmen sonlandırıldığı 13 Temmuz’dan önce 7/8 Temmuz gecesi Mustafa Kemal Harbiye Bakanlığı ve Saray’a peş peşe istifasını göndermiştir[11].
Mustafa Kemal Paşa istifasında; ulusun kurtuluşu için milletle beraber sonuna kadar çalışacağına bütün kutsal değerleri üzerine söz verdiğini bildirerek şöyle diyordu; “Bundan sonra gaye-i mukaddese-i milliyemiz için her türlü fedakarlıkta çalışmak üzere SİNE-İ MİLLETTE BİR FERD-İ MÜCAHİT suretiyle bulunmakta olduğumu tamimen arz ve ilan eylerim” [12].
Mustafa Kemal Paşa’nın istifasının ardından Doktor Binbaşı Refik Bey (Saydam), Binbaşı Hüsrev Bey (Gerede), Kalem Müdürü Hayati, Yaver Yarbay Cevat Abbas ve mülazım Muzaffer Bey askerlikten istifa etmişlerdir.
Tarihin döndüğü günlerden birisi de 10 Temmuz günüdür. “Doğu illeri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” toplanarak Mustafa Kemal Paşa’nın yolunu açmak için kendisini Cemiyetin Reisliğine, Rauf Bey’i de ikinci reisliğe getirmişlerdir.
Mustafa Kemal, 9’uncu Ordu Müfettişliği ve askerlik görevlerinden ayrılmış, tüm yetki ve unvanları uçup gitmiştir. İstifanın hemen arkasından Mustafa Kemal, Rauf Bey ile düşünceli ve endişeli halde iken, anlık olaylardan habersiz olan ve istifayı öğrenince nasıl hareket edeceğini bilemedikleri Kazım Karabekir’i bekliyorlar ve ne düşündüğünü tahmin edemiyorlardı. Kazım Karabekir’in Mustafa Kemal’in yanına gelişini Şevket Süreyya Aydemir “Tek Adam” kitabında şöyle anlatmıştır;
“Cevat Abbas, Mustafa Kemal’in odasına hızla dalar ve Karabekir Paşa geliyor arkasında bir bölük asker var! Mustafa Kemal, Rauf Bey’in kulağına eğilerek, gördün mü Rauf? Dediklerim doğru değil miymiş? Der. Yerinden kalkarak odanın ortasında dikilir ve gözleri kapıdadır. Hayatının en önemli anlarındandır. Kazım Karabekir Paşa kapıda görünür. Arkasında subaylar ve süvari bölüğü bina önünde safta durmaktadırlar. Karabekir yaklaşır ve vaziyet alır. Emrinizdeyim Paşam! Ben, subaylarım ve kolordum hepimiz emrinizdeyiz! Der ve Mustafa Kemal onu kucaklar” [13].
Millî Mücadele batı cephesine kayana kadar mücadelenin temelleri doğuda atılmıştır. 8 Temmuz 1919’da Erzurum’dan itibaren “Sine-i Millette bir Ferd-i Mücahit” olan Mustafa Kemal ile beraber hareket eden Kazım Karabekir ve Rauf Bey doğudan başlayan bu onurlu mücadelenin ilk bayrağını taşıyarak batı cephesinde kendilerine katılan diğer arkadaşlarıyla beraber bağımsız Türkiye için fedakârca kendilerini adamışlardır.
Dipnotlar
[1] Salahi R. Sonyel; “Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika”, s.74, Türk Tarih Kurumu, 2014, Ankara.
[2] Taha Akyol; “Ama Hangi Atatürk”, s.45, Doğan Egmont Yayıncılık, 2008, İstanbul.
[3] Taha Akyol; “Ama Hangi Atatürk”, s.46.
[4] Salahi R. Sonyel; “Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı”, s.49, Atatürk Araştırma Merkezi, 2015, Ankara.
[5] İsmail Soysal; “Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları Cilt I”, s.12-15, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2000, Ankara.
[6] Sonyel; “Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika”, s.77.
[7] Hüseyin Alpaslan, Millî Mücadele Döneminin Mihenk Taşları, s.34, Gece Kitaplığı, Ankara, 2021.
[8] Mazhar Müfit Kansu; “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber Cilt II”, s.30, Türk Tarih Kurumu, 2019, Ankara.
[9] Kansu; “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber Cilt II”, s.31.
[10] Kansu; “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber Cilt II”, s.32.
[11] Zeki Sarıhan; “Kurtuluş Savaşı Günlüğü l”, s.369, Türk Tarih Kurumu, 1993, Ankara.
[12] Mehmed Tayyib Gökbilgin; “Millî Mücadele Başlarken Cilt I”, s.153, İş Bankası Kültür Yayınları, 1965, Ankara.
[13] Şevket Süreyya Aydemir, “Tek Adam Cilt III”, s. 104-108, Remzi Kitabevi, 1971, İstanbul.