Mert Can DUMAN'ın 22 Kasım 2023 tarihli yazısı: Hırsızın Hiç mi Suçu Yok?

Geçtiğimiz hafta sonu yüzünü birden gösteren kış maalesef üzücü haberlerle birlikte geldi. Ülkemizin farklı noktalarında yaşanan sel ve fırtına afetleri sebebiyle bu yazının kaleme alındığı an itibarıyla 9 kişi hayatını kaybederken 11 kişi ise henüz kayıp durumda. Meteoroloji başta olmak üzere konuyla ilgilenen kurumlar ve uzmanlar önümüzdeki günler için de hava olayları açısından tetikte olmamız gerektiğine işaret ediyor. Milyonlarca yıldır var olan dünyamızda doğal afetlerin insanlığa olumsuzluklarından şikâyet ediyoruz, kaybettiğimiz canların ardından isyan etme noktasına geliyoruz. Ancak tam da burada şu soru geliyor akla: “Hırsızın hiç mi suçu yok?”

Vakti zamanında Nasreddin Hoca’nın eşeği çalınır. Eşeğinin çalınmasına teselli arayan hocaya bir komşusu “Ah be hoca, ahıra kapı taktırsaydın ya keşke” diye nasihatte bulunurken bir diğeri “Senin de ne ağır uykun varmış hoca, hiç mi tıkırtı duymadın” diye serzenişte bulunur. Bir diğeri de “Hoca yani sen de eşeğin ayaklarını bağlasaydın ya” diye akıl vermeye kalkışınca hoca artık isyan eder: “Yahu kabahatin hepsi benim mi? Hırsızın hiç mi suçu yok?” Daha önceki buluşmalarımızda bu satırlardan birçok kez insanlığın dünya ve tabiat ile olan savaşında ne kadar da acımasız ve amansız olduğunu ancak bu savaşı kazanmaya kalktığında aslında kaybedenin kendisi olduğunu fark edeceğini ve bunun artık çok geç olacağını ifade ettik. Bugün doğanın acımasızlığını, olağanüstü tabiat olaylarının insanları, eşyayı, malı, mülkü önüne katarak hiç ettiğini konuşurken atladığımız bir husus var: Doğaya kızıyoruz kızmasına da insanlığın hiç mi suçu yok?

Tabii ki de var. Bundan yalnızca iki sene önceki Uluslararası İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP26’dan bahsediyorum), dünya gelirinin %90’ını oluşturan ülkelerin âdeta bir mucize hedef olarak belirlediği, yeryüzündeki ısınmanın Sanayi Devrimi’nden bu yana 1,5 dereceyle sınırlı kalması hedefi bugün artık gerçekten de mucizelere kalmış durumda. O zamanlar kötümser senaryo olarak düşünülen 2 derece ihtimallerinin bugün bile iyimser karşılandığı bir ortamda, iklim değişikliğiyle mücadelenin sadece lafta kalması, doğanın dengesinin bozulmasıyla birlikte olağanüstü meteorolojik olayları da “tabiatıyla” beraberinde getiriyor. Dünya Meteoroloji Örgütünün verilerine göre son 50 yılda yaşanan 12 bin doğal afet, 2 milyondan fazla insanın hayatını kaybetmesine sebep olurken dünya gelirinden de 4,3 trilyon doları aldı götürdü.

Keza iklim değişikliği ile olağanüstü meteorolojik olaylar arasındaki ilinti bilimsel olarak da üzerine çalışılan bir konu. İklimde insan kaynaklı yaşanan tahribat ile beraber atmosferin yere temas eden en alt katı olan troposferde ve okyanuslarda yaşanan denge bozukluğu bir yandan hava olaylarının “alışılmışın” dışında yaşanmasına, bir yandan canlı türlerinin birbiri ardına yok olmasına ya da yok olma riskiyle ciddi bir şekilde karşı karşıya kalmasına, bir yandan da insanların iklim değişikliğinin sebep olduğu birçok etmenden olumsuz etkilenmesine sebep oluyor. Doğanın acımasızlığını konuşurken onu bu acımasızlığa iteni konuşmasak olmaz.

Tabii ki literatürde olağanüstü hava olaylarının kaynağını araştıran birçok çalışma mevcut. Bunların en çarpıcılarından birini paylaşarak bu haftaki buluşmamızı sonlandıralım: “Felaketler için doğayı suçlamayı bırakın” başlıklı makalede (Raju ve diğerleri, 2022), afetlerin ölümcül ve tehlikeli etkilerinin kırılganlıklarla buluştuğunda ortaya çıktığının ve bu kırılganlığı oluşturan temel bileşenin ise insan faktörü olduğunun unutulmaması gerektiği ifade ediliyor. Çalışmayı okuyunca bizim kültürümüzdeki bir söz aklıma geldi: Önce tedbir, sonra tevekkül.

Kusuru kendinden aramadan başkasını suçlu bulmak insanın tabiatı sanırım. Ancak konu tabiat olunca şunu artık idrak etmemiz gerekiyor; doğal afetlerin bunca ölümcül sonucunun sebebi biz olamaz mıyız? Gerçekten de hırsız suçlu olamaz mı?

Güzel ve sağlıklı bir hafta geçirmeniz ümidiyle...